Tevfik Fikret

Baha Akıner Tevfik Fikret'i yazdı

24 Aralık 1867'de İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya gelir. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinde Servet-i Fünun topluluğunun lideridir. Devrimci ve idealist fikirleriyle Mustafa Kemâl başta olmak üzere dönemin pek çok aydınını etkiler ve Türk edebiyatının Batılılaşmasında öne çıkan isimlerden birisi olur. Tevfik Fikret, 156 yaşında...

***

Ailesi O'na ‘Mehmed Tevfik’ adını verir. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz köyünden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğludur. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nde memur olmuştur. Sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulunur. Annesi Hacı Hatice Refia Hanım, 1822'deki Yunan ayaklanmasında kimsesiz kalıp Osmanlılara sığınan ve Müslüman olan Sakızlı Rum çocuğunun kızıdır. Mehmed Tevfik'in Sıdıka adlı bir kız kardeşi ve Şevki isminde bir de erkek kardeşi vardır...

Tevfik’in dayısı Nuri Efendi, annesi Refia Hanım ve ablası Sıdıka Hanım; 1879 yılında hacca giderler. Dönüş yolunda kolera salgınından dolayı Nuri Efendi ile Refia Hanım hayatlarını kaybederler. Ablası ise oldukça hasta bir şekilde geri gelir. Öksüz kalır...

Her şeye rağmen okuluna devam eden Tevfik, bu sefer bir başka acıyla sarsılır. Ağır bir iftiraya uğrayan babası Arabistan’a sürgüne gönderilir. Bir daha babasını göremez, çünkü 1905 yılında sürgündeki babası hayatını kaybedecektir. Kız kardeşi ile kendisinin bakımını anneannesi ve büyük yengesi üstlenir. Henüz çocukken hem annesini hem babasını kaybetmek, O'nu hayatı boyunca etkiler...

Aksaray’daki Mahmudiye Valide Rüştiyesi'nde öğrenimine başlayan Tevfik Fikret, dindar bir ortamda yetişir. Okulu; 93 Harbi yenilgisinden sonra Rumeli’den İstanbul’a gelen göçmenlere tahsis edilince, öğrenimine Galatasaray Sultanisinde devam eder. Bu okul, hayatının dönüm noktası olur...

11 yıl öğrenim gördüğü okulunda devrin önemli edebiyatçılarından Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Muallim Feyzi gibi seçkin öğretmenlerin öğrencisidir. Tevfik Fikret henüz 14 -15 yaşlarında Galatasaray Sultanisinin ilk yıllarında, yaratılışındaki şairlik kendini göstermiştir. Şiir yazmaya burada başlar...

Öğretmenlerinin teşviki ile yazdığı ilk aşk şiiri, Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde çıkar. Bu şiir daha sonra Müntehabat-ı Tercüman-ı Hakikat’in 533. sayfasında “Mekteb-i Sultani dördüncü sınıf talebesinden Tevfik Beyefendi’nindir” takdimiyle yeniden yayımlanır. Şiir ‘Nazmi’ mahlasıyla ve gazel tarzında yazılmış, yayımlanmıştır...

“Yuvanın minimini yavrusuna:

Yuva şefkat yuvasıdır,

Annelerdir onu yapan.

Fakat yavrum, senin yuvan,

Bir marifet yuvasıdır.

Bunu ancak irfan yapar,

Bunun ayrı değeri var…

Sen yuvanı, orada sen

Kardeşlerinle koşarak,

Ötüşerek, oynaşarak

Öğrenirsin öğrenmeden;

Nedir zahmet, nedir keder,

Faydalı birçok şeyler…”

***

1888 yılında Galatasaray Sultanisi'ni birincilikle bitirir. Ve Hariciye Nezareti İstişare Kaleminde (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak işe başlar. Ancak burası O'na uygun değildir. Yeterince çalışmadığını düşündüğünden iş deneyimi onu hayâl kırıklığına uğratır. Ve kısa zaman sonra buradan ayrılır...

İstifası sırasında, gecikmiş maaşlarının ödenmesini, maaşı hak etmediği gerekçesiyle reddeder. Yaşamı boyunca bir dürüstlük timsali olan Tevfik Fikret’e, Hazine yine de toplu ödeme yapınca, tüm parayı Göçmenler Komisyonuna bağışlar...

1889 yılının Ağustos ayında İstişare Odasında tekrar muavin olarak göreve başlar. Bir yandan da Yüksek Ticaret Okulu'nda Fransızca ve Türkçe dersleri vermektedir...

Kısa bir süre sonra Trabzon Valisi olacak dayısı Mustafa Bey’in 15 yaşındaki kızı Nazime Hanım ile 1890 yılında evlenir ve dayısının evine yerleşirler...

Şiir konusunda bir süredir suskun olan Fikret, İsmail Safa'nın yönettiği Mirsad dergisinde "Bahar" şiirini yayımlayarak suskunluğu bozar. Aynı yıl Mirsad'da 18 şiiri daha yayımlanır. Derginin açtığı iki yarışmada birer birincilik alarak ününü arttırır...

‘Osmanlı Lisanı Öğretmenliği’ sınavını kazanarak 1892’de çok sevdiği Mekteb-i Sultâni’ye atanması ile yaşamında yeni bir dönem açılır. İlkokul üçüncü sınıf Türkçe öğretmeni olarak göreve başladığı okulda, Muallim Naci'nin vefatı üzerine edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya devam eder...

Recaizade Ekrem, Tevfik’i, 1895 yılının başlarında Ahmet İhsan’la tanıştırır ve Servet-i Fünun’da yazmasını önerir. Bu öneriyi kabul eder ve derginin yazı işlerinden sorumlu olur. Dergiye Ali Ekrem, Cenab Şahabettin, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit gibi isimler katılır...

İlk şiirinden sonra artık ‘Tevfik Fikret’ ismini kullanmaya başlar. Dergide çalışmaya başladıktan altı ay sonra Tevfik’in oğlu Haluk dünyaya gelir. Yıl, 1895’tir...

“Baban diyor ki:

Sevinmek çocukların,

Yalnız çocukların payıdır!

Ey güzel çocuk, dinle;

Fakat sevincinle…

Neler düşündürüyorsun, bilir misin?

Babasız, umutsuz;

Ne kadar yavrucakların şimdi?

Matem çığlığına benzer bayram şarkısı;

Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir.

Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin,

Eğlensin; biraz güzellensin…

Şu yoksulluktan sararmış yüz;

Evet, sevinmektir...

Çocukların payı,

Ama senin sevincinle,

Sevinmiyor şu yetim; ağlıyor…

Hâluk, dinle!”

***

Hükümetin bütçede kısıntı yapıp memur maaşlarını yüzde on kesmesine tepki olarak oğlu Haluk’un doğduğu yıl olan 1895'te okuldan ayrılır...

Yönettiği derginin etrafında yenilikçi bir grup aydın toplanmıştır ve dergi, bu sanat topluluğuna ismini verir. Sanatta hem içerik hem biçimde atılım yapmayı ilke edinen, ağdalı dilleri ve karamsarlığı ile tanınan topluluğun hareketine ise Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) denmiştir...

Bu ekolde Tevfik Fikret'in yanı sıra Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayip, Hüseyin Siret gibi isimler bulunmaktadır...

Kurulan bu topluluk, siyasal eylemlerden uzaktır. Zamanla Fikret'in şiirlerindeki toplumsal boyut artar, ulusalcılık ön plana çıkar...

1897 Osmanlı - Yunan Savaşı'nda Türklerin büyük bir zafer kazanmasından etkilenerek kahramanlık ve zafer şiirleri yazar. "Yenişehir Gazilerine" isimli şiiriyle adeta dünyaya meydan okur...

***

1896 yılı sonlarında Robert Kolej'de Türkçe dersleri vermeye başlayan Tevfik Fikret, bu görevini ölümüne dek sürdürür. Okul dışında kalan tüm zamanını ise dergiye verir...

O günlerde dostu İsmail Safa’nın evinde okuduğu Abdülhamit karşıtı bir şiiri, gözaltına alınmasına yol açar. Evi aranır, söz konusu şiir bulunamayınca birkaç gün sonra serbest kalır. Çok geçmeden Robert Kolej'de bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek gözaltına alınır...

Bu olaylar, Fikret'te inziva düşüncesini derinleştirmiştir. Dostları Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım, Dr. Esat da düşüncelerine katılır. Birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, bu gerçekleşmeyince Hüseyin Kâzım'ın Manisa'daki çiftliğine yerleşmeyi düşünürler ancak Tevfik Fikret vazgeçince arkadaşları da vazgeçer...

1900 yılında ilgiyle karşılanan ilk kitabı "Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz)"ı yayımlayan Tevfik Fikret, Ahmet İhsan ile dergi yönetiminde uyuşamadığı için ertesi yıl topluluktan ayrılır...

Artık sadece Robert Kolej'de öğretmenlikle meşguldür. Ricası üzerine Servet-i Fünun’un yönetimini Hüseyin Cahit üstlenmiştir. Birkaç ay sonra Servet-i Fünun, Hüseyin Cahit'in Fransız İhtilali üzerine bir çevirisi yüzünden kapatılır ve grup tamamen dağılır...

***

Servet-i Fünun'un kapanması, baskılı yönetimden duyduğu karamsarlık, arkadaşları Hüseyin Siret ve İsmail Safa'nın sürgüne gönderilmesi, 1902'de kız kardeşi Sıdıka'yı kaybetmesi, babasının Irak'a sürülmesi ve 1905'te babasını da kaybetmesi, Tevfik Fikret'i çok yıpratmıştır. İstanbul’u ahlaksızlıkla suçlayıp lanetleyen ünlü "Sis" şiirini 1902 yılında İstanbul'un sisler altında olduğu bir günde yazar:

“(…) Örtün, evet ey facia…

Örtün, evet, ey şehir!

Örtün ve sonsuza dek uyu,

Ey dünyanın koca kahpesi!

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar!

Kâtil kuleler, kaleli, zindanlı saraylar.

Sağlam mezarı anıların, ulu tapınak,

Ey gururlu sütunlar ki birer bağlanmış dev!

Geçmişi geleceğe anlatmakla görevli;

Ey dişleri düşmüş, sırıtan sur silsilesi…

Ey kubbeler, ey şanlı tapınaklar!

Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler,

Ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;

Ey servilerin kara gölgelerinde birer yer,

Temin edebilmiş nice bin sabırlı dilenci…

“Geçmişlere rahmet” diyen mezar taşları!

Ey türbeler, ey her biri patırtılı bir anıyı

Uyandırarak sessiz ve sakin yatan ecdat!

Ey toz ve çamurun savaş alanı eski sokaklar!

Ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan;

Viraneler, ey uğursuzların pusu kurup gecelediği,

Ey kapkara damlarıyla yıkılmamış bir matemi

Temsil eden huzurlu ve eskimiş evler…

Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva;

Bu tasalı ocaklar ki acılarla somurtmuş,

Yıllarca zamandan beri tütmek ne, unutmuş!

Ey midelerin sıkıştıran zehri önünde;

Her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar…”

***

Tevfik Fikret, olabildiğince devrimcidir. Döneminin saltanat, eğitim, kadın, din anlayışına karşı gelmiş; yeni bir toplumsal düzen önermiştir. Tevfik Fikret’in şiirlerini tahlil ettiğimizde bunu görebiliriz...

Sis, Abdülhamit rejimine karşı isyanın şiiridir. O, padişahın mutlak otoritesini, ahlâksızlığı, yılgınlığı, padişahın topraklarını genişletmek ve din için verilen savaşları eleştirir. Bu yönleri barındıran “Sis”, olanca ağırlığıyla İstanbul’un üstüne çökmüş ve insanlara kımıldayacak hâl bırakmamıştır. Tevfik Fikret, sis betimlemesiyle İstanbul’u, genelde de siyasal ve toplumsal yaşamı eleştirir...

Osmanlı düzeninin eleştirildiği bu şiir, Atatürk gibi memleketin gidişatından kaygılanan aydınların isyan duygusunu harekete geçirir. “Sis” şiiri elden ele dolaşır...

Tevfik Fikret’in Atatürk’ü etkileyen diğer önemli şiiri ise, Tarih-i Kadim’dir. Atatürk bu şiir için “Tevfik Fikret’in o Tarih-i Kadim’i yok mu, işte o dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır.” der. Çünkü Tarih-i Kadim’de, Fikret; insanı ezen, tutsak eden, savaş, zulüm, baskı, taassup, adaletsizlik, çıkar, göz yumma, adam kayırma gibi her şeye isyan eder. Şiir, Atatürk’ün devrimci ruhunu ateşler:

“(…) Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!

Sen de, gelenekçi iskelet;

Yazdığın kara yazılara bir son ver.

Aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık…

Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?

Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril;

Nice acılar verdin bütün insanlara,

İnim inim inlettin bütün insanları…

Parçalan, kararmış taç, tuz buz ol!

Hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.

Gözyaşından incilerin nerde hani?

Nasıl da yosun tutmuşlar, bir görsen!

Eski çağlar nasıl kanmış size?

Ey kan içen kargalar,

Bütün karanlıklar sizinle dolu!

Artık yeter fikri susturduğunuz!

Yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada;

Zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın…

Hadi gidin tarih korusun sizi,

-Haydutlara en iyi sığınaktır gece-

Gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.

İşte müjdelerin en güzeli,

İşte en gerçek özgürlük,

Düşümüzdeki gelecek çağlarda…

Ne savaş, ne savaşan, ne salgın!

Ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen!

Ne yakınma, ne de zulmün kahrı!

Ne tapılan, ne tapan;

Ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman;

Kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini.

Savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?

Belki duyulmadık bir öykü,

Belki korkunç bir masal.

Çok sürmez köhne kitap;

Fikri gömen sayfaların,

Bugün olmazsa yarın yırtılacak…

Ama kim yapacak dersin bu işi?

Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki;

Hangi güç kalkar, ben yaparım der?”

***

Sıkıntılar içindeki şair, ‘inziva’ düşüncesini gerçekleştirmek için Kadırga'daki konağın satışından elde ettiği parayla Robert Kolej'in yamacında, Rumelihisarı'nda planlarını kendi çizdiği bir ev yaptırmaya başlar. Üç katlı ahşap yapının inşaatı, 1905'te tamamlanır. Günümüzde müze olarak hizmet veren eve eşi ve oğlu ile birlikte yerleşir. Toplumla arasına bir mesafe koyabileceği, mesleğine devam edebileceği, ülkenin gidişatını uzaktan izleyip eser üretebileceği bu mekâna “Aşiyan (yuva)” adını verir. Ve ailesine öldüğünde evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet eder...

Tevfik Fikret için artık millet, din, tarih, kahramanlık gibi kavramlar anlamsızlaşmaya başlamıştır. "Tarih-i Kadîm" şiirini din ve tarihe karşı, Lahza-i Teahhur’u Ermenilerin 1905'te Sultan II. Abdülhamid'e düzenledikleri suikastın başarısızlığına duyduğu üzüntü üzerine yazar ancak II. Meşrutiyet'in ilanına kadar bir daha hiç şiir yayımlamaz. Sürekli edebiyat üzerine düşünmekte ve Edebiyat-ı Cedide hareketinin içe dönük boyutunu aşacak bir edebiyat tavrına doğru ilerlemektedir...

Meşrutiyet'in ilanı, Tevfik Fikret'in inzivadan çıkmasını sağlar. Selânik'teki İttihat ve Terakki yönetiminin isteği üzerine Meşrutiyet'in ilanından 13 gün önce "Millet Şarkısı" adlı marşı yazar. Devrimin habercisi olan bu marş elden ele dolaşır. Meşrutiyet'in ilanından sonra "Rücu (Geri Alış)" adlı şiirini yazarak İstanbul'a savurduğu lanetleri geri alır...

***

Tevfik Fikret’in din anlayışını ve dini sömürü aracı olarak kullanılmasını şu mısralarda görmek mümkündür:

“Din şehit ister, gökyüzü kurban.

Her yanda durmadan kan akacak,

Durmadan her yanda kan!

Topunun güneşi, ayı, yıldızları var

Ve topunun görünmez bir tanrısı…

Topunun adanan bir cenneti var

Ve topunun bir varlığı, bir yokluğu

Ve topunun saygıdeğer bir peygamberi…

Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.

Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar…

Tanrılar ne derse onu yapacak halk,

Sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.

Ama tanrılar ne derse onu yapacak…”

Aslında din; kendisi konuşmadığına göre, din adına konuşanlar savaşlara karar vermekte, kan dökülmesine neden olmaktadır. Birçok savaş dini yaymak veya korumak amacıyla çıkarılmakta. Aslında olansa padişahların, ulemanın egemenliğini ve topraklarını genişletmesidir. Fikret’in tanrısı kan döken, zulmeden varlık olamaz. O'na göre tanrı insancıldır:

“Kim bilir, öbür dünya belki de var.

Madem bu beden o ölümsüzün işi,

Ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?

Hadi diyelim aslımız toprak bizim,

Sen gel onu kederden bir çamur yap.

–Her yeri kanla, gözyaşıyla dolu–

İnsaf be, bu kadarı da olur mu?

Sen gel hem yoktan var et,

Sonra da ettiğini boz, kötüle.

Hiç bir yaradandan ummam bunu:

Yaradan yok eder, ama perişan etmez!”

Tevfik Fikret bu anlayışı nedeniyle bağnaz din adamlarını, yöneticileri karşısına alır. Dinsiz damgası yer, dışlanır. Bunu o dönem göze alabilen nadir şairlerdendir Tevfik Fikret. Bu yönüyle cesur bir kişidir. Mehmet Akif Ersoy, kendisini ‘kilise görevlisi’ anlamında zangoçlukla yaftalamıştır...

Fikret’in din anlayışı, Atatürk’ün laiklik anlayışını etkilemiştir. Din artık siyasal ve toplumsal düzeni belirleyen etmen olamaz. Din uğruna savaş yapıl(a)maz. Savaş, vatan savunması olmadıkça cinayet olarak görülmelidir. Din vicdanlarda hüküm sürecektir...

***

Tevfik Fikret’in “Ferda” şiiri Atatürk’ün en beğendiği şiiridir. Ferda, ‘yarın’ demektir. Atatürk de aynı Tevfik Fikret gibi gençliği; Cumhuriyetin geleceğinin, Türk devriminin, yarının en büyük güvencesi görmüştür. Fikret için de her şey gençlik içindir ama gençliğe sorumluluklarını hatırlatır...

“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”

Atatürk, Tevfik Fikret gibi “Tek bir şeye ihtiyacımız vardır, o da çalışkan olmak!” demiştir. Tevfik Fikret “Gençler, bütün ümmid-i vatan şimdi sizdedir!”, Atatürk “Bütün ümidim gençlerdedir!” der...

Tevfik Fikret “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim!” der, Atatürk, 1925’te öğretmenlere seslenirken “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister!” demiştir...

Atatürk gençlerle konuşurken söz edebiyata gelince Tevfik Fikret’e olan hayranlığını şöyle anlatır: O'nu biz mektep sıralarında okurduk. O'ndaki heybet, O'ndaki vakur ahenk hiçbir şairimizde yok...

Atatürk, bir gün gençlerden Fikret’in bir şiirini okumalarını ister. Biri, “Ben Ferda’sını söyleyebilirim Atam!” diyerek ileri atılınca Atatürk, "Ferda’yı mı? Ah delikanlı, benim en sevdiğim şiirdir o. Onu sana söyletmeyeceğim, kendim söyleyeceğim.” der ve gür bir sesle okumaya başlar:

“Asrın unutma, harikalar asrı feyzidir;

Her yıldırımda bir gece bir gölge devrilir…

Bir ufku itila açılır, yükselir hayat;

Yükselmeyen düşer, ya terakki, ya inhitat!

Yükselmeli dokunmak alnın semalara;

Doymaz beşer dedikleri kuş itilalara…

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”

***

"Olabildiğince devrimcidir" dedim ya Tevfik Fikret için; Tevfik Fikret, eğitim anlayışını ‘Yeni Mektep’ fikriyle ortaya koyar. Bu okuldan yetişenler, geleneklerin katı kurallarıyla bağlı kalmayacaklar, özgürlükçü kişiliğe sahip olacaklardır. Yetişenler memurluğa dayanmadan hayata atılacaklar ve girişimci karakter kazanacaklardır. Okulda öğretim Türkçe ve İngilizce olacaktır. Fransızca, Almanca, Rusça seçmeli olacaktır. El sanatlarına, beden eğitimine önem verilecektir. Müzik, resim ve geziler de önemli unsurlardır. Okulun iki önemli mesleki amacı tarım ve ticaret adamı yetiştirmektir. Bu hedefler, Balkan savaşlarının yenilgisini okullarda din derslerinin azlığına bağlayan bağnaz kafalar karşısında devrimci özellikler barındırır...

Tevfik Fikret’in, Atatürk’ü etkilediği diğer yönü, kadınlara verdiği önemdir. Atatürk, 1925’te İzmir Kız öğretmen Okulu'nda “Türk Kadını nasıl olmalıdır?” sorusunu şöyle yanıtlar: Burada Fikret merhumun cümlece malûm olan bir sözünü hatırlatırım. Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer...

Atatürk; sohbetlerde, Tevfik Fikret hakkında olumsuz laf söyletmez. Çankaya’da bir gece söz edebiyata gelince, birisi Fikret’in büyük şair olmadığını belirtir. Olayı İsmail Hikmet Ertaylan şöyle aktarır: Kimdi bilmiyorum, bir yüksek ruhlu (!) zat Fikret’in iyi şair olmadığını söyleyecek oldu. Atatürk, o her şeyi hakkiyle gören, her hakikatin üzerinde duran o büyük insan, büyük bir iğbirarla kaşlarını çatarak, “Efendim, efendim, anlamadım, ne dediniz? Fikret büyük şair değil miydi?” dedi ve o gür, o vakur sesiyle şu beyti okudu: Milyonla barındırdığın cesetler arasından / Kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak? Atatürk sözlerine şöyle devam etti: O karanlıklar içinde bir nur gören ve halkı o nura doğru götürmeye çalışan Fikret bu feryadı koparırken sizler nerelerdeydiniz? Niçin içinizden kimse O'nun gibi feryat etmedi? Ben Fikret’e yetişemedim, O'nun sohbetinden istifade edemedim. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat O'nun bütün eserlerini okudum, birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük şair hem de büyük insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım...

***

Tevfik Fikret, Mekteb-i Sultani Müdürlüğü sırasında Darülfünun’da edebiyat dersleri de vermekteydi. 1910’da bu görevinden de ayrılıp yeniden Aşiyan’da inzivaya çekildi ve yalnızca Robert Kolej’deki derslere devam etti...

Fikret, Meşrutiyet yönetiminden hayâl kırıklığına uğramış, artık İttihat ve Terakki yönetimine muhalif olmuştu. 1911’de yayımladığı Halûk’un Defteri’nde artık tek umudu olarak gördüğü gençliğe seslenen ve onlara çalışkanlığı, yurt sevgisini öğütleyen şiirlere yer verdi...

Aynı yıl yayımladığı "Rübâb’ın Cevâbı" adlı bir diğer şiir kitabında halkın acılarını konu edinen şiirler vardı...

Oğlu Haluk’un doğumundan itibaren O'nun ileride milleti bilgisiyle aydınlatacak bir kahraman gibi yetişmesini arzulayan Tevfik Fikret, 1909 yılında on dört yaşındaki Haluk’u elektrik mühendisliği eğitimi alması için İskoçya’nın Glasgow kentine gönderir...

Oğlunun vatan ve millet için faydalı bir birey olması arzusunu “Haluk’un Vedası” ve “Promete” adlı şiirlerinde dile getirir. Ne var ki Haluk, yanına yerleştirildiği Hristiyan ailenin etkisi ile din değiştirip Hristiyanlığı seçer ve babasının düşlediğinden çok farklı bir yaşam sürer...

1913 yılında Amerika’ya gidip ailesine izini kaybettirir. 1916’da Michigan Üniversitesi'nde Makine Mühendisliğinden mezun olur. Tekrar ülkesine dönmeyen Haluk Fikret, 1943 yılından sonra kendisini dine verip pastör olur ve 1965 yılında Orlando'da, Park Lake Presbiteryen Kilisesi pastörü iken hayatını kaybeder...

***

Tevfik Fikret, 1912 yılında, Trablusgarp Savaşı nedeniyle meclisin feshedilmesine karşı beslediği öfkesini "Doksan Beşe Doğru" adlı şiirinde ifade eder. Bu şiiri, Nüzhet Sabit’in çıkardığı Vazife dergisinde yayımlanır...

Şiirinde meclisin kapatılmasını, 36 yıl önce (Hicri 1295 yılında) II. Abdülhamid’in meclisi kapatmasına benzetir. Yalnızca padişahı değil, İttihat ve Terakki'yi de son derece sert biçimde eleştirir. Eleştirilerine, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Hân-ı Yağmâ”, yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı’na girilmesini yeren “Sancak Şerîf Huzûrunda” şiirleriyle devam eder...

Tevfik Fikret’in şiirleri devrin yöneticilerini kızdırır ve şairin muhafazakâr çevrelerden ağır eleştirilere uğramasına sebep olur. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep olur ve sağlığı bozulur...

Mehmet Akif’in kendisine “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı şiirinde yönelttiği suçlamalara 1914'te kaleme aldığı “Târih-i Kadîm’e Zeyl” adlı ünlü şiiriyle yanıt verir:

“Bir Cevâb…

Buyuruluyor ki:

“Şimdi Allah'a söver, sonra biraz bol para ver.

Hiç utanmaz protestanlara zangoçluk eder.

Molla Sırat'a…

Ben ki üç beş pulu tercihinden

Protestanlara zangoçluk eden

Şâirim... Zîver-i Kürsî-yi Yakîn,

Şâir-i müctehid-i dîn-i mübîn…

Hazret-î Molla Sırât’a ebedî

İhtirâmâtımı takdim ile bî-

Bî-tereddüd diyorum: "Zangoçluk"

Lûtf-ı tavsifine şâyân olduk…

Lâkin aldanma sakın üstâdım,

Ben de bir parça muvahhid zâtım.

Bana anlatma o ra’nâ dîni;

Bilirim ben de senin bildiğini…

Okudum ben de kitâb-ı gaybı;

Dinledim ben de itâb-ı gaybı.

Ben de sizler gibi câmi câmi

Dolaşıp Hâlik’e oldum râki…

Şevk-i cennetle hayâlim meşgûl.

Yüreğim havf-ı cehennemle melûl;

Ben de tırmandım ulu tubâya;

Ben de çıktım Mele’i- a’lâ'ya…

Ben de âşıktım ezân nağmesine;

Bir koşardım ki o Allâh sesine!

Ben de teşbih ü duâ, savm-ü salât,

Hepsini, hepsini yaptım heyhat!

Çünkü telkinlere aldanmıştım,

Kandığın şeylere hep kanmıştım.

Bilmeden, görmeden îmân ettim.

Nefsimi dînime kurbân ettim…

Sevdim Allah’ı da, Peygamber’i de;

O alay kaldı bugün hep geride.

Anladım çünki hakikat başka.

Başka yoldan varılırmış Hakk’a…

Dîn-i hak bence bugün dîn-i hayât;

Sen ne dersin buna hey Molla Sırat?”

***

Tevfik Fikret, modern bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkarmak gibi projeleri vardır ama bozulan sağlığı nedeniyle bunları gerçekleştiremez. Son yıllarında çocuk şiirleri yazmakla meşgul olur. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri 1914’te yayımlanan "Şermin" adlı kitapta toplar. Kitaba, genç yaşta ölen kız kardeşi Sıdıka'nın kızı ve eğitimci Mustafa Satı Bey'in kurduğu “Yuva” adlı okulun öğrencileri ilham vermiştir. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te Âşiyan'da henüz 47 yaşında iken hayatını kaybeder usta...

“Bu memleket, efendiler, satılmak üzere tam hazır;

Huzurunuzda titreyen şu milletin, sapır sapır.

Şu ıstıraplı milletin ki ölmede ağır ağır;

Bütün hayatıdır satın çekinmeden, şakır şakır…

Satın efendiler satın, bütün bu memleket sizin.

Haraç mezat satın hemen, gerekmiyor izin mizin…

Evet bütün sizin ne varsa ortalıkta, vay ki vay:

Hasep, nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray,

Bütün sizin efendiler, bu gök, deniz, bu yıldız, ay,

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Bu milletin malı deniz, yemezseniz domuzsunuz.

Kalın bir ense, şiş göbek, ne muhteşem olursunuz…”

Bu dünyadan bir Tevfik Fikret geçti. Anısına, vatan sevgisine, mücadeleci ruhuna ve dik duruşuna, muhteşem üretimlerine saygıyla…