Süreyya Ağaoğlu

Baha Akıner Süreyya Ağaoğlu'nu yazdı

Türk kadınına toplumdaki saygın yerinin kazandırılmasında emeği geçen öncü ve lider kadınlardan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın avukatı ve aynı zamanda da kadın hakları savunucusu olan Süreyya Ağaoğlu vefat etti bugün dostlar. 29 Aralık 1989'da, İstanbul'da...

***

24 Haziran 1903'te Azerbaycan'ın Şuşa kentinde dünyaya gelir. Düşünür, yazar ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu'dan olur, Sitare Hanım'dan doğar Süreyya...

Beş çocuklu ailenin en büyük çocuğu olan Süreyya; eğitimci ve milletvekili Tezer Taşkıran'ın, mühendis ve iş insanı Abdurrahman Ağaoğlu'nun, siyasetçi, edebiyatçı ve hukukçu Samet Ağaoğlu'nun ve tıp doktoru Gültekin Ağaoğlu'nun ablasıdır...

Babası Ahmet Ağaoğlu, 20. yüzyılın başlarındaki son dönem Türkçülerinden olup; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde çok etkin olan aydınlardan birisidir. Aynı zamanda savunduğu düşünceler açısından modernizmin öncülerinden birisi olarak kabul edilmektedir...

Süreyya Ağaoğlu’nun rol modeli de yaşamı boyunca her mutlu ailede yetişen bir çocuk gibi, babası ve annesi olmuştur...

Aile, 1909 yılında İstanbul'a göçer. Baba Ahmet Ağaoğlu, vatanına döner dönmez İstanbul’da İttihat ve Terakki Partisi saflarına katılır. İstanbul’da Ziya Gökalp ile “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” düşüncesinin savunucusu olarak konuşmalar yapar ve Türkçülükle İslam’ın çelişmediğini ispatlamaya çalışan makaleler yazar...

1917 Bolşevik Ekim Devrimi’nden sonra Azerbaycan’ın bağımsız olabileceği hususunda büyük umutlara kapılarak, yeniden anavatanına dönen Ahmet Ağaoğlu’nun Azerbaycan’ın tam olarak Osmanlı Devleti ile birleşmesini savunuyor olması tepki çekmiş olsa da 28 Mayıs 1918’de Gence’de istiklalini ilan etmiş olan Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin ilk Milli meclisinde temsilci olmayı başarır. Azerbaycan’ın bağımsızlığını savunmak amacıyla Ocak 1919’da Paris Kongresine, temsilci olarak giderken Mondros Mütarekesi gereğince İstanbul’da İngilizler tarafından tutuklanarak Malta Adasına sürgün edilir..

Babası Ahmet Ağaoğlu, 1930 yılında, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün emriyle Serbest Cumhuriyet Fırkası saflarına katılır. 1939 yılında İstanbul’da vefat eder...

***

Farklı bir çocuktur Süreyya Ağaoğlu...

Hakkı, haklıyı savunan; hiçbir zaman da hakkını yedirmeyen bir yapısı vardır. Lise yıllarında sınıfta Cumhuriyet rejiminden söz ettiğinde; arkadaşlarının 'gâvur' olarak çağırdığı Süreyya, avukat olmayı kafasına koyar...

Süreyya Ağaoğlu, böyle bir babanın kızı olarak, kadınların geri plana atıldığı bir dönemde doğup yetişmiş ve zorluklarla savaşmış, Cumhuriyetin ilanına kadar olan süreçte de tüm Türk halkı ile birlikte birçok sıkıntılar çekmiştir...

İstanbul’un işgali sırasında, okuduğu lisede dalgalanan Türk bayrağının yerine asılmış olan İngiliz bayrağını, gece yarısı arkadaşlarıyla birlikte indirdikten sonra göndere yeniden Türk bayrağını çeken Süreyya Ağaoğlu; işgalci subaylara “Sizin ülkenizi biri işgal etse, siz aynı davranışı göstermez miydiniz?” diyecek kadar da cesurdur...

Aynı şekilde işgal kuvvetleri oturdukları eve askeri amaçlarla el koymak için geldiklerinde annesi de aynı tepkiyi göstermiştir...

Dedim ya: Dârülmaârif (Mekteb-i Maârif)'teki lise eğitiminin ardından öğretmen olmak yerine, çevresindeki herkesi çok şaşırtan bir kararla Hukuk Fakültesi'ne kaydolmak ister. Henüz 7 yaşındayken arkadaşlarının ve ailesinin ne olmak istediğini sorduklarında, “Avukat olacağım” cevabını veren Süreyya Ağaoğlu, büyüdüğünde hâlâ bu isteğinde ısrarlı olunca, aile büyükleri, kadınlara uygun bir meslek seçmesi ve bu mantıksız isteğinden vazgeçmesi konusunda tavsiyelerde bulunur...

Ancak O, fikrinden asla vazgeçmeyerek 1921 yılı sonbaharında Darülfünun Hukuk Fakültesi'ne başvurur. Ancak fakülteye hâlâ kız öğrenci kabul edilmediği için bu isteği reddedilir...

İstiklal Savaşı’nın en kritik günlerinin yaşandığı bu günlerde Süreyya Ağaoğlu, fakülteye kaydolmak için mücadeleye başlar ve Darülfünun Hukuk Fakültesi Dekanı Ahmet Selahattin Bey'le de görüşür. Dönemin kadınlarının henüz çarşafla dolaştığı bir zamanda başını bile kapatmadan görüşmeye giden Ağaoğlu, fakülteye girmek istediğini söylediğinde, kendisi de kadınların eğitimi konusunda çok ilerici düşüncelere sahip olmasına rağmen Ahmet Selahattin Bey ilk anda bu isteğe olumsuz yaklaşır. Ancak; Süreyya Ağaoğlu, kendisi gibi avukat olmak isteyen arkadaşları Melahat (Tüzel) Ruacan, Bedia (Onar) ve Saime ile birlikte azimle mücadelesine devam eder ve sonunda fakültenin kız öğrencilere açılmasını sağlar...

İlk günlerde öğleden önce erkekler, öğleden sonra ise kızlar derslere girecek şekilde ikili eğitime başlanmış olsa da kısa süre sonra kız öğrenciler bütün fakültelere kabul edilmeye başlanır ve aynı yıl içinde 16 Eylül tarihinde alınan bir kararla Darülfünundaki ikili öğretime son verilerek karma eğitime geçilir...

Türk kadınının hak ettiği yere gelmesi için yaptığı çalışmaları ve mücadelesi bitmez Süreyya'nın...

Hukuk Fakültesi 3. sınıfta okurken bir arkadaşıyla birlikte, Adalet Bakanlığı'nda staja başlar Süreyya. İlk günlerin heyecanı geçince bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir?

Aslında o zamanlar, Ankara'da yemek yenebilecek sadece İstanbul Lokantası vardır. Ama bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir...

Türkiye'nin bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar. Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin alır...

İki arkadaş, ertesi gün lokantaya gider. Herkesin şaşkın bakışları altında karınlarını doyururlar. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için, kimse yüzlerine bir şey söyleyemez. Ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikâyetler yükselir...

Şikâyetler aynı gün, zamanın başbakanı Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır. Süreyya o akşam eve döndüğünde, babasından şu sözleri duyar: Başbakan, arkadaşınla birlikte lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin...

Süreyya çok üzülür...

Birkaç gün sonra; Mustafa Kemâl ATATÜRK ve eşi Latife Hanım, evlerine misafirliğe gelir. Sohbet edilirken söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Mustafa Kemâl'e anlatır...

O'nun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir...

Süreyya'yı dinleyen ATATÜRK, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var." diye cevap verir...

Büyük bir hayâl kırıklığına uğrayan Süreyya; ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer: Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş!

Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan ATATÜRK; Süreyya'ya, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor." der...

Süreyya; hem şaşkın, hem sevinçlidir...

Otomobile biner...

Otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken; ATATÜRK, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük Milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, ATATÜRK; herkesin duyabileceği bir sesle, Salih Bey'e, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek." der...

Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar. Ne olup bittiğini; Latife Hanım, yemekte Süreyya'nın kulağına eğilip anlatır: Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı. Ama babanı senin yanında ezmek istemedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini aradı. Yarın eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi...

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün arkadaşıyla lokantaya gittiğinde birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye cesaret edemez...

Hukuk Fakültesi'nden 1923-1924 eğitim sezonunda âlâ (pekiyi) dereceyle mezun olarak Türkiye'nin ilk kadın avukatı olur...

***

Zordur, alışkanlıkların dışına çıkıp tabuları yıkmak. Zordur, karanlıklardan aydınlığa kavuşmak. Kararlılık ister. Dik duruş ister. Mangal gibi yürek ister hem..

Hem böyle bir dünya lideri ister. Kadın, çocuk, insan, vatandaş, can, canlı; kolay elde edilmedi bu haklar...

Minnettarız Ata'm! Ve silah, çalışma arkadaşları...

Sizlere göstermemiz gereken tek şey: Saygı, saygı, saygı…