Stefan Zweig

Baha Akıner stefan Zweig'i yazdı

Irene, rahat bir yaşamı olan evli ve iki çocuk sahibi genç bir kadın. Kocası Fritz, işinde çok başarılı bir avukat. Kocası ile birbirlerini çok yakından tanımazlar. Irene zamanın çoğunu ya alışverişte ya da davetlerde arkadaşları ile geçirerek harcar. Çocukları ile çok az ilgilenir, çocuklarını evin işlerinin yanlarında çalışanlar yapar. Kocası Fritz'in işinde olan başarısı nedeniyle maddi yönden çok rahat bir yaşam sürerler...

Irene bir gün gitmiş olduğu piyano konserinde bir piyanistle tanışır ve zaman içerisinde sevgili olurlar. Piyanistle başlayan yasak aşkları, ona, kendisini genç kızlık yıllarına götürmüş gibi hissettirir. Zaman içerisinde belirledikleri günlerde piyanistin evinde buluşarak aşklarını yaşarlar...

Sevgilisin evinden ayrıldığı bir gün, binanın kapısın önünde karşısında bir kadın görür bu kadın Irene'nin üzerine yürüyerek hakaret ve tehditler savurur. Bu durum karşısında buz kesmiş olan Irene, arkasına bile bakmadan kaçar...

Stefan Zweig'in "Korku" romanının girişinden bahsettim sizlere kıymetli dostlar. İşte tam da bu andan itibaren Stefan Zweig'in işlemiş olduğu korku duygusu, okuyucunun hücrelerine kadar işler...

Irene içten içe büyük bir korku ile yaşamaya başlamış, evden dışarıya çıkmaz olmuştur. İlk iş olarak sevgilisi istemese de ondan ayrılır. Bir gün korkularını devam ettirecek bir mektup gelir evlerine. Binanın önünde gördüğü kadın, bu sefer ondan şantaj ile para istiyordur...

Irene duruma anlam veremez. Demek ki kadın evine kadar onu takip etmiştir. Irene o kadar çok tedirgin ve korku doludur ki, evdekiler ondaki değişimi anlamıştır. Kocası bir kaç kere onunla iletişim kurup yardımcı olmaya çalışsa da durumu kimseye anlatmamıştır...

Kadının şantajları devam eder ve her seferinde daha fazla para ister. Irene parayı her verdiğinde bir kaç gün sonra yeniden yeni bir mektup daha gelir. Hatta bir seferinde kadın evlerine kadar gelmiş, parmağındaki yüzüğü bile almıştır. Bu süre zarfında Irene, çocuklarına ve kocasına karşı ne kadar ilgisiz olduğunu ve yaptığı tüm hataları anlamıştır...

Irene en sonunda bu korku ve kaybetmenin bir son bulması gerektiğini düşünerek intihar etme kararı alır ama ondan önce kendini tehdit eden kadını bulup dersini vermek ister. Kadını sokaklarda ne kadar arasa da bulamaz. Eczaneden bir şişe morfin alıp artık intihar etmeyi düşündüğü sırada, aslında her şeyi en başından beri bilen kocası gelip onu kurtarır...

Peki, Irene'in en büyük korkusu nedir? Irene'in en çok korktuğu şey, sahip olduklarını kaybetme durumudur. Lüks yaşamını, çocuklarını ve ailesini...

***

Bir erkek, nasıl olur da bir kadının duygularına bu kadar hâkim olur.

Stefan Zweig; "Korku" adlı eserinde eşini aldatan bir kadının yaşadığı buhranı, insanın hücrelerine kadar ilmek ilmek işleyip yerleştiriyor...

Korku! İnsanın içindeki en güçlü düşman...

Hem de yapamayacağı şeyleri bile, bir çırpıda yaptırabilen etkisiyle.

Ve sahip olduğu şeylerin ne kadar değerli olduğunun zaman zaman farkına vardıran...

Bugün, acı dolu bir sonla hayat finalini kendi yapan dünyanın en önemli yazarlarından Stefan Zweig doğdu dostlar. 27 Kasım 1881'de, Viyana'da...

***

Kelimeleri eğip bükmek, bin yıllardır kullanılan bu evrende onlara yeni yeni anlamlar yüklemek kolay değil tabi. Sadece usta yazar ve şairlerin yapabileceği bir durum. Ve çoktur bu usta yazar, şairlerin erkekse kadınları, kadınsa erkekleri yani sevdikleri. Kendilerini hep ve daima yazmaya itecek yaşamda an be an  duyumsadıkları acı, ayrılık, korku, yalnızlık duyguları gibi...

Stefan Zweig, yine bir sevdiceğinden, Friderike Maria’dan henüz ayrılmıştır. Bir davet sırasında Charlotte E. Altmann ile tanışır…

Fakat bu sefer farklıdır. Sonrasında, ömürlerinin sonuna kadar isminden bir parçayla birlikte aşk kelimesini harmanlayarak “Lovve” diye seslendiği Charlotte’ye görür görmez âşık olur…

19 Ağustos 1939’da yıldırım nikâhıyla evlenirler. “Kader” derler ya adına, birbirlerine yazılı kaderleri; bu birbirine âşık iki insanın yaşamalarına, sadece 2 buçuk yıl olanak tanır…

***

Tarih, 22 Şubat 1942. Yer, Brezilya...

“Bir sabah hizmetçi kız koşa koşa gelip şaşkınlık içinde, ‘Gelin, onlar öldü!’ diye haykırdı. Ben, ‘Kimler?’ diye dehşetle sordum. Hizmetçi kız, ‘Onlar, onlar öldü!’ diye bağırdı yeniden. Sokağa fırlayıp Zweig'ların evine koştum ve onları birbirlerine sımsıkı sarılmış yatar buldum. Zweig'lar birbirlerine öyle sımsıkı sarılmışlardı ki, soğumuş olan vücutlarını birbirlerinden ayırmak için bazı uzuvlarını kırmak gerekti…”

Stefan Zweig’ın Brezilya’daki komşusu ve dostu Nobel Edebiyat Ödüllü Gabriela Mistral, Zweig’ların ölümünü böyle anlatıyor...

***

Stefan Zweig, eşi Charlotte ile birlikte intihar etmişti etmesine de; peki ama ününün doruğunda, sevdiği kadın yanında, savaşlardan oldukça uzakta, doğayla iç içe bir ortamda, Devlet başkanı gibi saygı gördüğü, Brezilya’da yaşayan Zweig’ın intihar nedeni ne olabilirdi? Hangi gerekçeler onu intihara sürükleyebilirdi?

Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig, Nazi Almanyasında yaşamış ve yıllarca bunun utancını yaşamıştı...

Dönemin en önemli yazarlarından Zweig, eşi Charlotte ile birlikte, Avusturya - Salzburg'daki evlerinde yaşıyorlardı...

Zweig; romantik yapıya sahip duygulu, coşkulu ve tutkulu biriydi. En büyük ülküsü ise savaşlarla boğuşan Avrupa’nın, o eski barışçıl günlerine dönmesiydi. Bunun için çok çabaladı, birçok ülkede konuşmalar yaptı. Konferanslar düzenledi. Ama savaşı engelleyemedi. Çünkü insanlar adeta çıldırmış gibiydi. Savaşı istememek vatan hainliğine eşdeğerdi. Medya aracılığıyla siyasiler, insanlar üzerinde manipülasyonlarla, öylesi hâkimiyet kurmuştu ki; en milliyetçi sloganlara sahip liderin peşinden kitleler sürükleniyordu...

Hitler’in iktidarı tek başına ele geçirdiği 1934 senesinden sonra, Yahudi kökenli olan Zweig’ın Avusturya’da yaşama imkânı kalmamıştı. Yaşayan en popüler yazarlardan olan Zweig’ın yapıtları; artık meydanlarda yakılıyor, yayımlanması yasaklanıyor ve o da buna daha fazla dayanamayarak önce İngiltere, sonra Amerika ve en sonunda da hayatının sonuna dek yaşayacağı Brezilya’nın Petropolis kentine yerleşiyordu. Vatanı Avusturya işgâl edildikten sonra, artık vatansızdı da...

Adım adım tırmandığı zirveden, bir itmeyle boşluğa fırlatılmış gibiydi. İnsanlar toplu halde katlediliyor, tarihi şehirler acımasızca bombalanıyor ve savaş tüm dünyaya dalga dalga yayılıyordu...

Zweig, savaş zamanlarında erdemli bir insanın sorması gereken sorunun “Nasıl hayatta kalırım?” sorusundan çok “Nasıl insanlığımı korurum?” olduğunu savunan biriydi. Toplama kampları yavaş yavaş duyulmaya başlanmıştı bile...

Bir yazar olarak insan evladının, tarih boyunca erdemden en çok uzaklaştığı anlara şahit olması çok zoruna gidiyordu. Keder içindeydi. Zweig gibi hümanizmle dolup taşan biri, erdemin yok oluşuna daha ne kadar tahammül edebilirdi?

***

21 Şubat 1942 sabahı; Zweig kararını kesin olarak vermişti, intihar edecekti. Önce Petropolis postanesine gitti ve zarfların birine "Satranç" adlı yapıtının müsveddelerini koyarak, Amerika’daki yayımcısına yolladı...

Bu yapıt, Zweig öldükten sonra aralık ayında Brezilya’da Almanca olarak yayımlanacaktır...

Aynı gece ise yanında karısı dışında bir kişi daha vardı, yakın arkadaşı Ernst Feder. Bu O’nun son gecesiydi ve Zweig, o son gecesinde dostu Feder ile satranç oynadı…

Ertesi gün, 22 Şubat 1942’de yanında karısı Charlotte varken, son mektubunu 20 yıla yakın bir süre evli kaldığı eski eşi Friderike’ye yazar ve şunları söyler: Hayata kendi dileğimizle başlamıyoruz, Oysa ölümü seçmekte özgürüz. Bu kararı aldığımdan beri ne denli rahatladım, bilemezsin…

Arkadaşı Feder'i uğurladıktan bir süre sonra, 61 yaşındaki ZWEIG, henüz 33 yaşında olan karısıyla birlikte zehir içerek intihar etti. Ardında bir mektup bırakmıştı. Mektupta, “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın ışığını görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum. Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı. Ama siz yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz!" yazılıydı…

“Yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz!” diyerek sonsuzluğa uçtu Stefan Zweig…

***

Brezilya hükümeti, O'na yaraşır bir devlet töreniyle cenaze merasimi düzenledi. Başta devlet adamları ve generaller olmak üzere, ülkedeki büyük yazarlar ve sanatçılar ve elbette Brezilya halkı bu devasa törene katıldı. Resmi bir tebliğ olmamasına rağmen, kentteki tüm dükkânlar kapandı…

İnsanlığın yetiştirdiği en hümanist ve en büyük yazarlardan Stefan Zweig, görkemli bir törenle Brezilya imparatorunun yanına defnedildi...

Aynı, otobiyografisi olan Dünün Dünyası'ndaki bitiş cümleleri gibi, “Her gölge, sonunda yine de ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır...”

O; hayatı tüm karşıtlıklarıyla gerçekten yaşamış ama ölümü seçmiş biriydi. Böylece ölümsüzlüğe ulaştı. Geride sayfalarından hayat fışkıran yapıtlar bıraktı ve insanlığın ebedi umut kaynaklarından biri oldu...

***

Dediği gibi, “Ve insanların arasında, yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur...” Ne kadar derin ve anlamlı değil mi? Anısına ve muhteşem üretimlerine say