O gün bir fidanı kırdılar dostlar. O gün bir insanı astılar. O gün Erdal Eren’in yaşamına kıydılar…
13 Aralık 1980’de, donduran bir Ankara sabahında, Ulucanlar Cezaevi’nin havalandırma bahçesine kurulan bir idam sehpasında bedenini sallandırdılar…
Gün, Erdal Eren. Son bakışıyla yıllardır yokluğu, yoksunluğu, acısı içimize içimize işleyen…
***
Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencisi ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Partili bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülür…
Erdal Eren, olayı protesto etmek için Suner’in öldürüldüğü Ayrancı Mahallesi’ndeki Hoşdere Caddesi’nde, 2 Şubat 1980 günü düzenlenen ve üç bini aşkın kişinin katıldığı eyleme katılır…
Erdal Eren’e; kendi ifadesiyle, “kitlesini koruma görevi” de verilmiştir…
Gruba müdahale etmek için Zekeriya Önge’nin de aralarında bulunduğu 12 kişilik askerî tim olay yerine gelir. Araçtan inen askerler slogan atan topluluğu dağıtmak ve eylemcileri yakalamak için harekete geçer. Grup sağa sola dağılır. Askerler slogan atan grubun peşine düşer…
Askerler mahkemeye sundukları savunmalarında olayın devamını şöyle aktarırlar:
“8 numaralı Ayyıldız Apartmanı’nın bahçesinde; sanık, elindeki tabancayla inzibat erlerine 3 veya 4 el ateş etti. İnzibat eri Zekeriya Önge yaralanıp yere düştü. Kalaslar arasında gizlenen sanık Erdal Eren, etrafının çevrilmesi üzerine ellerini kaldırarak teslim oldu. Kalaslar arasında yapılan aramada tabanca bulundu. Er Zekeriya Önge hastaneye kaldırılırken yolda vefat etti. Yapılan otopsisinde sırtından mermi giriş deliği tespit edildi. Merminin sanık Erdal Eren’in tabancasından atıldığına dair tereddüde yer verecek hiçbir durum bulunmadığı kanaatine varıldı…”
***
Olayın ardından; 7 Şubat 1980’de yayımladığı “Susmayalım…” başlıklı köşe yazısında Uğur Mumcu, Zekeriya Önge’nin ölümünden duyduğu üzüntüyü şöyle anlatır:
“Sinan Suner’in yakınları nasıl gözyaşı içindelerse; olaydan iki gün sonra, bu cinayeti protesto etmek için toplanan bir grubun içinden atılan kurşunla öldürülen inzibat eri Zekeriya Önge’nin ana ve babası da gözyaşları içinde, bağırlarına taş basıyor…
Akıtılan kanı, bir başkasının kanı ile temizlemeye olanak yoktur. Hele akıtılan kan yoksul bir inzibat erinin kanıysa…”
11 Şubat 1980 günü aynı olaya yine değinir Uğur Mumcu… Ve teröre yine şöyle tepki gösterir:
“Daha önce de Ankara’da bir inzibat erimiz şehit edilmişti. Bütün bunlar, terörizmin yeni bir aşamada olduğunu kanıtlayıcı örnekleridir…
Bu saldırı ve cinayetler; devrimcilik, solculuk, ilericilik gibi etiketler altında yapılıyorsa, bunları en ağır biçimde kınamak ilerici basın olarak bizim görevimizdir…
Yoksul bekçilere, inzibat erlerine, devlet polisine, jandarmasına kurşun sıkmak; alçakça işlenmiş cinayetlerdir. Ve ayrıca bu tür eylemler; devrimciliğe, solculuğa, sosyalistliğe ihanettir…”
***
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “Avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını…” söyler…
***
O gün Erdal Eren öldü dostlar, o gün bir genci astılar, o gün bir fidanı kırdılar…
Ama O; hâlâ o son donuk bakışında yaşıyor ve kaç yıl geçerse geçsin üstünden hâlâ, evet hâlâ 17 yaşında…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.