Murathan Mungan

b BAHA AKINER MURATHAN MUNGAN'I YAZDI

BAHA AKINER

Bugünkü konuğumuz Murathan MUNGAN dostlar. Yok yok doğum günü değil bugün. Yaşıyor da çok şükür koca şair. Yaşasın ve Şiir'ler yazsın hâlâ. Yazsın ve okuyalım, bile isteye boğulalım dizelerinde...

Hem sadece doğum ve ölüm günlerinde mi anmalı; şair, yazar, sanatçı ya da sıradanı ama illa ki yüreğimize dokunanı?

Aklına düşmüşse hayatın bir yerinde bir sende bıraktığı hissi, şairse şiiri-dizesi, sözü hem, Sevgi'si; hissediyorsan eğer yüreğinde "Öncesi" ya da "Sonrası" dersin olur biter...

Gün, herhangi bir Murathan MUNGAN öncesi dostlar. Ya da sonrası ne fark eder?

Murathan MUNGAN ki; her yaşanmışlığını, yarım kalmışlığını ya da ne bileyim aforizmalarını, yani yaşamında her türlü olayı, davranımını kelimelerle buluşturur, cümlelere bağlar da yazar…

Yazdıkça rahatlar şair, yazar…

***

Çocukluğundan gençliğe geçtiği yılları şöyle anlatır:

“Herkes ama herkes bir arada yaşardı bizim evde. Annemin en sevdiği yemek kapuskaydı... Halamın, “Lahana evi fena kokutuyor” demelerini hatırlıyorum. Ve bundan dolayı annemin çok sevdiği halde kapuska pişirmesine pek izin vermezlerdi…

Halamlar, annemin; hizmetçilerle yüzgöz olmasını istemezler, ne zaman onlardan biriyle iki çift laf edecek olsa, başında biterlerdi. Hatta eskiden yaptığı ev işlerinden bile uzak tutarlardı O’nu. “Hanımlığı öğrensin” derlerdi, “Hanım olmak kolay mı?”

Kızların evde olmadığı, evin tamamen bana kaldığı, sessizliğin ve yalnızlığın keyfini sürdüğüm bir gece; bilinçaltıma yerleşmiş ya, kalkıp kendime kapuska pişirdim. Bir de iyi cins bir şişe şarap açtım. O gece sofrada ikisini de fazla kaçırmış, çabucak sarhoş olmuş ve birdenbire kusmaya başlamıştım. Sabaha kadar gözümde yaşlarla, kırmızı pul biberli kapuskayla iyi cins şarap kusarken, bunların hayatımdaki kaba karşılıklarını ve içimde kusa kusa atamayacağım kadar tortunun birikmiş olduğunu düşündüm…

O yıllarda yani gençlik yıllarımda; arkadaşlarla kahvelerde “dejenere king” oynarken, puanları yazdığımız kâğıtlara, kendi adımızı değil, bir film adı yazar, oyun süresince de böyle anılırdık. Ben hep “Ankara Ekspresi”ydim. Ben kazandıkça, arkadaşlarım bunun benim marifetim olmayıp, filmin uğuru olduğunu iddia ederlerdi. Denemek amacıyla başka film adlarını kullandığım oyunları kaybettiğimdeyse, haklılıklarına iyice inanırlardı…”

***

Annesi, halası, babaannesi… Küçüklüğünden beri gözlemlediği ve içlerinde zaman harcadığı, yaşadığı kadınlar hakkında ise şöyle başlar yine bir yazısına: “Kadınlar için hem siper, hem sığınaktır mutfak…”

Murathan MUNGAN’ı dinlemeye devam edelim:

“Ben bu hallere düşecek kadın mıydım? Mutfakta herkesi doyurma telaşındayken, bir an böyle düşünür kadın. Sorgular… Kendini, yaşanmışlıklarını, nereden geldiğini, nereye gittiğini, ne için bunlara katlandığını…

Kocasından, çocuklarından, dünyadan kaçıp, mutfaklarına sığınan kadınlar geçti gözlerimin önünden şimdi: Omuzları düşmüş, gözleri yarı kapalı bezgin kadınlar…

Onlardan biri olmak, hiç kimse için, hiç de o kadar uzak bir olasılık değil; bunu, birdenbire bir sızı gibi içimde duydum. Bir varoluş sızısı gibi ta içimde…

Kaderin; kadınlara kurduğu pusular, tuzaklar sanıldığından çok daha fazlaydı. Buzdolabının sesini dinleyerek içini yatıştıran kadınlar…

Mutfağın nasıl bir sığınma yeri olduğunu bilmek… Aynı salatalığı defalarca yıkamak… Çaydanlık homurtusundan şifa bulmaya çalışmak… Ya da aspiratörün ince cızırtısında kendine bir düşünce adası yaratmak…

Düşüncelerini sıraya koymak için, azıcık sakinleşmek için, kafalarını toplamak için, unutmak için, hatırlamak için mutfağa girerler; erkeklerin bir anlamda çalışma masası başında yapmaya çalıştığı şeyi, kadınlar mutfak tezgâhında yapmaya çalışırlar…

Ispanak ayıklarken, marul yapraklarını tek tek yıkarken, sebzeleri süzgeçten geçirirken, çorbayı karıştırırken, yemeğin altını kısarken, uzun uzun iç muhasebesi yapar, olayları gözden geçirir, karşılaşılacak kimi durumlarda verilecek yanıtları kafalarında hazırlarlar…

Kimi zaman buzdolabının sesinde aranan huzurda, dış dünyanın bütün gürültüsünün, karmaşasının, tehlike ve tedirginliklerinin savuşturulma arzusu yatar…

Kadınlar; esir alındıkları yeri, korundukları yer sanırlar. Kadınlar için hem siper, hem sığınaktır mutfak ve her zaman sıcak aile yuvasının içimizi ısıtan sembolü anlamına da gelmez; yaşayan ölüler haline gelmiş, kimi kadınların morgudur aynı zamanda. Toprağa verilene kadar bekledikleri yerdir…

Bilirsiniz, bedenler sonra ölür…

Ve ben bir yandan bütün bunları düşünürken, yine de bir an önce eve gidip, kendimi mutfağa atmak istiyorum. Çünkü hayata dair aklıma başka bir şey gelmiyor…

Eve dönüş, trafik keşmekeşine, taksinin içinin yeşil küf kıvamında sigara ekşisi kokmasına, ensesi kat kat olan ve o katların arasından beyaz kıllarla, siyah etbenlerinin aynı anda fışkırdığı taksi şoförünün aksırmadığı zamanlar, öksürmesine, öksürmediği zamanlar tıksırmasına, onu da yapmadığı zamanlar gizli gizli burnunu karıştırmasına rağmen, yine de güzeldi: Radyo açık değildi,  şarkı söylenmiyordu yani ve en önemlisi biz, eve dönüyorduk…

Kale kapısından muzaffer bir komutan gibi girecektim içeri… Benim için “Bir günün sonunda arzu!” ancak bu kadar olabilirdi…”

***

Nice nice yaşanmışlıklara Murathan MUNGAN; nice nice şiirli, olabildiğince imgeli-ışıltılı zamanlarına, şair tezgâhlarında eksiğinden bozdurulmayan nice güzel dizelere, paylaşımlarına…

Deniz kokulu Mersin sabahından siz kıymetli dostlarıma en içten selamlarımla…