Mina Urgan

Baha Akıner Mina Urgan'ı yazdı

Bugün bir Yazar doğdu dostlar. Türk İngiliz Edebiyatı profesörü, yazar, filolog ve çevirmen Mina Urgan doğdu, 1 Mayıs 1915'te, aristokrat bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da...

Mina Urgan, 108 yaşında...

***

Babası Fecr-i Ati şairi Tahsin Nahit Bey, annesi Şefika Hanım'dır. Şefika Hanım, hiç okula gitmemesine rağmen Batılı eğitim almıştı. Fransızcası kusursuzdu. Aristokrat bir aile tarafından yetiştirilmişti. Hatta Avrupa kültürünü görmesi, değerlendirmesi için Viyana’ya gönderilmişti…

1917’de, Mina henüz 2 yaşındayken babası vefat eder. Babasının vefatıyla birlikte ailenin birçok varlığı zamanla, lüzumsuz harcamalardan dolayı tükenir…

Mina Urgan bu konuda, ailenin servetinin tükenmesini memnuniyetle karşılar ve ”O servet tükenmeseydi; ben, ben olmazdım” der...

Şefika Hanım’ın eşinin ölümü ve parasızlık, ikinci evliliği zorunlu kılar ve Şefika Hanım, Falih Rıfkı Atay ile evlenir. Mina Urgan, Falih Rıfkı’yı çok sevmiş ve O’nu hep babası bilmiştir. İleriki yıllarda bu evlilik sona erse de; Falih Rıfkı, Mina Urgan’ın her zaman babası olarak kalacaktır…

Mina Urgan’ın çocukluk anılarından en çarpıcısı, 15 yaşındayken bir düğünde rastladığı Mustafa Kemâl ile dans etmesidir. Mina Urgan, ATATÜRK’ÜN bu ülkeye kattıklarını her zaman minnetle anacaktır…

***

18 yaşını geçtiğinde soy ismini almaya hak kazanır ya, "Urgan" soyadını almasını yakın dostu Necip Fazıl Kısakürek önerir. “İp” anlamına gelen Urgan soy ismini önerdiğinde şöyle der dostuna Necip Fazıl: Solculuğundan ötürü nasıl olsa asılacaksın. Boynuna geçirilecek urganı soyadı olarak seçmen uygun düşer...

Soru işaretleri oluştu kafanızda eminim. 1930’lu yılların Necip Fazıl’ı ile 1940’lı yılların Necip Fazıl’ı arasında dağlar kadar fark vardır. Bilenler bilir dostlar…

***

Gelelim biz yine doğum günü çocuğuna, Mina Urgan'a:

Mina Urgan, şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ndeki öğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi Bölümüne girer. Burada Garip akımının öncüleri; Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile tanışır…

Fransız Filolojisi’ni bitirir bitirmez Fransa’ya doktora yapmak için gider. Fakat 1939 yılında 2. Dünya Savaşı başlar. Savaş nedeniyle bursu kesildiğinden İstanbul’a dönmek zorunda kalır…

1940 yılında İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı bölümünde asistanken; bu bölüme, bölüm başkanı olarak Halide Edip Adıvar getirilir. Bu yıllar Mina Urgan için sorunlu yıllardır. Halide Edip Adıvar İngiliz Edebiyatı hakkında çok fazla bilgi sahibi değildir ve bazı konularda çatışırlar…

Bu yıllarda Büyükada’da dedesinin yalısında kalır. Ve burada bazı şairler ile arkadaşlık kurar. Ahmet Haşim bunlardan biridir. Karakter ve yazar olarak hayranlık duyduğu Ahmet Haşim’den edebi birikim olarak çok faydalanır. Yahya Kemâl Beyatlı’dan ise hiç hoşlanmaz. Yahya Kemâl için; gerek karakterinin zayıflığı, gerekse yazım olarak kendisini sürekli tekrar eden ve kısır bir yazar olarak gördüğünü belirtmekten çekinmez. Hatta O’nu gurursuz ve asalak biri olarak nitelendirir…

***

Eserlerinde Behice Boran ile olan anılarından hasretle bahseder Mina Urgan. O’nu en değerli dostu ve düşünce arkadaşı olarak tanımlar…

Aziz Nesin’i ise Türk aydınının onuru olarak nitelendirir. Aziz Nesin’in korkusuzluğundan ve açık yürekliliğinden hep hayranlıkla bahseder…

Ömrü boyunca düşüncesini ve sol kimliğini açıklamaktan hiç çekinmez Mina Urgan. Düşüncelerinden dolayı hapiste yatan arkadaşlarını sık sık ziyaret eder. Hatta oğlu Mustafa’nın doğumu da bir cezaevinde başlamıştır...

Yaşamı boyunca hak isteme yürüyüşlerine katılan Mina Urgan, bir dönem de açlık grevinde bulunmuştur…

27 Mayıs 1960'da görevinden azledilmesinden sonra çeviri yaparak geçinmeye çalışan yazar; dik ve onurlu duruşundan hiç vazgeçmez ve zor zamanlar yaşamasına rağmen, ailesinin - arkadaşlarının desteği ile çeviriler yaparak geçimini sağlar…

O dönemki eserlerinde; 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinden bahsederek gençlerin nasıl kıyıma uğradıklarını, aydınların yaşadıkları haksızlıkları, uğradıkları iftiraları ve işkenceleri anlatır…

***

Mina Urgan'ın daha sonra ayrılacağı tiyatrocu şair Cahit Irgat'la olan evliliğinden, Mustafa Irgat ve Zeynep Irgat adında iki çocuğu vardır…

“Bir Dinozorun Anıları" adlı kitabında; hayatını, çevresindekileri ve yaşadığı coğrafyada olan biteni açık yürekli, yalın ve naif bir dille anlatır. Halide Edip, Necip Fazıl, Abidin Dino, Neyzen Tevfik, Sait Faik, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, ATATÜRK ve başka pek çok isimle zenginleşmiş ömründen kesitler sunar…

Dilerseniz Mina Urgan’ı kendi ifadeleriyle dinleyelim:

“Oğuz Atay'ı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu… Çok kocaman ve çok güzel bir kediye, öyle benziyordu ki; ona elimi uzatınca 'Miyaaav' diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde 'Tanıştığımıza memnunum' deyince şaşırıp kaldım…"

Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları” adlı romanı aslında 1920 ve 1930’lu yılların Türkiye'si hakkında ayrıntılı bir şekilde bilgi edinmemizi sağlar…

İnsanların masumiyeti, canla başla bir milletin var edilmesinin savaşıdır 1920'li yıllar. Halk bir savaştan çıkmış, yorgun ancak yeniden doğmaya hevesli, ATATÜRK’ün hayâl ettiği, 'Çağdaş Türkiye' modeline yürekten bağlı, canla başla çalışıyor. Öğrenciler yurt dışında, eğitim programları ile okutuluyor. Okuma yazma bilmeyenin kalmaması için seferberlik ilan edilmiş. Latin harfleri artık yoğun bir şekilde dergi ve gazetelerde kullanılıyor…

Bir millet düşünün ki dostlar; kılık kıyafetinden, yaşam biçimine, yönetim şekline kadar değişmiş. Bu kişilikli uygar yaşamı öylesine sevmiş. Bu kitabı okuduğunuzda siz de hissedeceksiniz: Neredeen nereye? Biz bu hale nasıl geldik?

***

"Bir Dinazorun Anıları" kitabında, "Bu dinazorun anlatmak istediği başka şeyler de var. Ömrü vefa ederse, fazla uzun yaşamanın ayıbına katlanabilirse, bakarsınız onları da yazar günün birinde. Yani bu son söz gerçekten bir son söz değildir belki de..." diyerek son verir romanına…

***

Son ânına kadar yazdı ve anlattı çevresindekilere, okuyucularına Usta; hep soldan atan kocaman bir yürek...

Mina URGAN…

Ömrü vefa ettiği sürece...

15 Haziran 2000’de, sıcak ve garip bir yaz öğlesinde, İstanbul’da ayrıldı aramızdan…

85 yaşındaydı ve inanır mısınız dostlar uzun yaşamanın ayıbını duyumsuyordu içinde. Hep Sevgi ve paylaşımdı ya yüreğindeki, davranışlarındaki, dilindeki; son kez ne çıktı ağzından da söz oldu, ne düşündü yüreğiyle –Sevgi dilinde- bilemem?

Bildiğim: Yukarılarda bir yerlerde buluştu tüm Şiir yüreklilerle. Daha nice yazacak yazıları, söylenecek sözleri, duyumsanacak Sevgi’leri vardır belki de…

Saygıyla, minnetle, özlemle…