Öyle acı, öyle yokluk yoksunluk çektiğimiz zamanlardan geçiyoruz ki; geçecek mi onu bile bilmiyoruz. Ben bu dünyada “O kadar da değildir!” dediğim her şeyin aslında o kadar olduğunu gördüm her defasında, özellikle son 20 yılda…
Sorun doğa değil dostlar. Doğa tüm dengesiyle tıkır tıkır işliyor, işletiyor. Yaşadığımız olay bir doğal afet ve sorun; her zamanki gibi insan! Bencil, olmayan aklını kiraya vermiş, çalan, çırpan…
İnsanlar daha önce yaşanan, yine yaşanacak, beklenen olası durumlara karşı önlemler almalı. Kaçtır yaşıyoruz ama akıllanmadık! Sorun insan ve yaşadığımız şu aslında: Bazı hayatlar rakamlardan, bazı hayatlarsa makamlardan ibaret…
Görüyoruz, fark ediyoruz ama sesimizi çıkarmıyoruz. Çıkaramıyoruz! Amaaaan, sana mı kaldı her şeyi düzeltmek. Bir yere yapış, sorgulama, önüne konanı tüket. Gerisini mi boşveeer, sen sadece itaat et, biat et!..
***
O’na kaldı, evet! Yaptıklarıyla her dem yeşerten, iyi gelen, çiçeklendiren dokunuşlarıyla O’na kaldı güzelliklere ulaşabilmek için çaba…
İnsanlar O’na güvendi ya! Bu durum, gücü elinde bulunduranların hoşuna gitmedi tabi. Sanki kendileri tam anlamıyla yapıyormuş gibi; sorun ne biliyor musunuz dostlar? Her şeyi “mış” gibi yapıyorlar…
Hani kendilerinden başka kimse organize edemesin iyilikleri, yardımları, insanca güzellikleri diye düşünüyorlar ve öyle kaskatı uyguluyorlar ya!..
Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı Victor Marie Hugo şöyle der: “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk…”
***
Bildiniz dostlar. Gün Haluk Levent. Ve sonu şarkısına bağlanan; yeşerten, çiçeklendiren, güzelleştiren ve iyi eden bir dokunuşunun hikâyesi, evet…
Asıl adı Beyzanur…
4 yaşındayken tanışıyor Haluk Levent, tesadüfen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde. Hikâyesinden etkileniyor. Hayat da öyle değil midir dostlar? Kimi zaman etkilendiğimiz birinin hikâyesinin içinde buluruz kendimizi. Kimi zaman da birileri etkilenir bizden, hikâyemizden; hikâyemizin içinde bulur kendini…
Bu dünyada melekti ya; 8 yaşındayken henüz, 25 Temmuz 2006 Salı günü bilinmeyen ve daha önce yaşanmayan bir Temmuz soğuğunda kuş oldu uçtu da sonsuza kadar melek oldu Beyzanur…
Beyzanur, amansız hastalığından dolayı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi görmekte. Haluk Levent tesadüfen tanıyor Beyzanur’u. Hikâyesinden etkileniyor…
Beyzanur’un babası Murat Çelik, bir emekçi…
Haluk Levent, Beyzanur’un amansız hastalığına destek olmak amacıyla Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gidiyor sık sık… Beyzanur hakkında doktorlarla görüşüyor… Henüz daha kurmamış “Ahbap” adlı derneği…
Hani şu; 2017 yılında platform olarak faaliyete başlayan ve aynı yıl dernekleşen, öğrencilere burs, medikal cihaz ve ilaç temini, çeşitli yardım, etkinlik, kan ve kök hücre kampanyası ve eğitim faaliyeti sürdüren ve şimdi yaşadığımız bu acıda insanların güvendiği elini uzatan bir günümüz mucizesi…
Haluk Levent ki; yüreği tertemiz, yüreği insan, yüreği aslan yüreği…
***
Bir gün Beyzanur’un doktorlarının odasında otururken doktorlardan biri Haluk Levent’e, “Bu kızı gözden çıkartın Haluk Bey” diyor…
O sırada yanında bulunan müzisyen arkadaşı Emrah Aydoğdu aklına gelen kelimeyi söylüyor: Elfida…
Osmanlıcada anlamı, “Gözden çıkarılan kadın” demek…
Beyzanur’u çok seven Haluk Levent, Elfida şarkısını yazıyor. Ve her geldiğinde O’na okuyor. Beyzanur, şarkının kendisine yazıldığından habersiz…
“Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu…”
Haluk Levent, şarkıda geçen bu derin cümlenin anlamını şöyle ifade ediyor: Beyzanur’un hep yağmurlu gözleri vardı. Hayata tutunmaya çalışan…
“Yüzyıllardır sarılmamış kolların…”
Haluk Levent anlatmaya devam ediyor: O sözlerdeki, ‘Yüzyıllardır sarılmamış kolların’ cümlesinin sebebi de şuydu: Anne ve babası gece gündüz nöbetteydiler. Beyzanur’un kırılganlığından, hasta yatağından dolayı sarılamıyorlardı. Gerçekten sarılabildiklerini görmedim…
“Omzumda iz bırakma, yüküm dünyaya yakın…”
Bu cümleyi de yoğun duyguları altında, ağlayarak şöyle açıklıyor Haluk Levent: O dönemde şirketlerim batmıştı. Şarkı sözündeki ‘Omzumda iz bırakma, yüküm dünyaya yakın…’ şunu ifade etmek içindi: Ya zaten dünya kadar batmışım, sıkıntılıyım. Beyzanur, ne olur bari sen gitme…
Olmaz isteği… Hayat şarkı sözü değil tabi… Beyzanur, 8 yaşında gider… Bilinmez bir zamana, başka bir diyara… Melek olup uçar sonsuzluğa…
Beyzanur’un ölümünden sonra Haluk Levent aileden bir ricada bulunur. Bir çocukları daha olursa ismini Elfida koymalarını ister. 1 yıl sonra bir çocuk sahibi daha olur aile. Allah da yardım eder bu duruma. Kız çocuğu olur ailenin. Haluk Levent’in isteğini yerine getirerek “Elfida” ismini koyarlar. Şu anda o Elfida, 16 yaşında güzel bir genç kız. Ve ablasının ismini taşıyor…
“Yüzün geçmişten kalan, aşka tarif yazdıran.
Bir alaturka hüzün, yüzün kıyıma vuran…
Anne karnı huzur, çocukluğumun sesi.
Senden bana şimdi zamanı sızdıran…
Yorulmuşsun, hakkını almış yılların…
Elfida! Hep aklımda kalacaksın…”
***
Hep aklımızdasın Elfida… Sonsuza kadar yüreğimizde ve aklımızda kalacaksın… Haluk ağabeyin şimdi yine harikalar yaratıyor. Ve dokundukça yardım ettikçe ihtiyacı olana, güvendikçe senin gibi insanlar O’na; hırsızların, yavşakların, puştların, insanlık nedir bilmez arsızların düşmanlığını kazanıyor…
İyi ki varsın Haluk Levent, iyi ki varsınız güzel insanlar. Bu kadar kötüyken dünya ve kötüler kötülüklerini yapma konusunda bu kadar mahirken; inanın, sizin hatırınıza dönüyor…
***
Onur Kurulu üyesi olduğum İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin basılı yayın organı olan 9 Eylül gazetesindeki köşemden takdimimdir…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.