Füruğ Ferruzad

Baha Akıner Füruğ Ferruzad' ı yazdı

Keskin kalemleri ve inatçı karakterleriyle; yaşamlarında omuzladıkları ağırlığı, toplum için hafifletmeye kendisini adayan duyarlı, hassas, kederli, kadın şairler…

Yok yok, öyle de fazla değiller…

Çektikleri acılar ve sıkıntılar onları her türlü rastlantıya karşı hazırlıklı hâle getirmiş; öyle ki, yüzleştikleri her engel karşısında dimdik durabilmişler. Zaman içinde yaşadıkları ayrılıklar, kalp kırıklıkları ve küçümsenmeler onları bir nevi 'pişirmiş' ve tabi ki olabildiğince güçlü kılmış...

Sanmayın ki başka bir şeyden yapılmış. Çamurdan karılmış da itinayla, onlar da Tanrı tarafından etten kemikten yaratılmış…

Didem Madak’tan Maya Angelou’ya, Sylvia Plath’tan Nilgün Marmara’ya; her koltuğunda bir karpuz taşıyan İranlı şair, yazar, yönetmen, oyuncu, ressam, deyim yerindeyse bir dünya insanı Füruğ Ferruhzad’a…

20. yüzyılın en büyük kadın şairlerinden; ruha kelimelerle dokunan, İran'ın kederli şairi Füruğ Ferruhzad...

Gördüğü, duyduğu, duyumsadığı her sesi; her duyguyu şiirlerine ve sinemasına olduğu gibi yansıtan, kadın kimliği ile var olma mücadelesi veren, şiir ve edebiyatın cesur kalemi Füruğ Ferruhzad...

"Kuş ölür, sen uçuşu hatırla!" der ya hani,

“Her gece gönlümün masalını okuyorsun, ertesi gece beni bir masal gibi unutuyorsun…” diyecek kadar yitik ve

"Benim payıma düşen, bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür…" diyecek kadar da derin dizelerin sahibi...

Yarım kalmışlıklarla dolu bir hayat O'nunki...

İsmi Farsça “Işık” anlamına gelen Füruğ Ferruzad, 5 Ocak 1935’te Tahran’da doğar. Hâlâ ölmedi, dizelerinde yaşıyor. Füruğ Ferruhzad, 89 yaşında dostlar...

***

Füruğ, doğumundan itibaren zekâsı ve şiddetli duyarlılığından dolayı; ne babası ne de kendi yaşıtı okul arkadaşları ile bağdaşamaz, onlara yabancı kalır…

Şah Rıza’nın ordusunda subay olan babasının, otoriter ordu düzeninde yönettiği bir evde büyür…

Anlaşamadığı babasından gördüğü tek fayda, O’nun zengin kütüphanesini inceleyebilmesidir...

Küçük yaşlarda şiir yazmaya başlar…

"Acaba saçlarımı yeniden,

Rüzgârda tarayacak mıyım?

Acaba, bahçelere menekşe ekecek miyim?

Ve sardunyaları,

Pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?

Dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?

Kapı zili acaba beni,

Yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?"

***

Ev ve okulda yaşadığı baskı; yeteneklerini fark etmiş gibi görünen ve O’na olumlu yaklaşan ilk kişiye yönelmesine neden olur. Böylece, yaşamını ve belki de bu kadar yazıp-üretmesini etkileyecek ilk hatalı kararını verir Füruğ…

Hayat; zaten, bir hatalar silsilesi ve o hatalardan ders alma yolculuğundan başka nedir ki?

Henüz 16 yaşındayken; 33 yaşındaki akrabası, resim ve edebiyatla uğraşan Perviz Şapur’la evlenir…

Böylece Perviz Şapur’un sanatçı kişiliğine rağmen, çocukluğunu geçirdiği evinden daha farklı bir mutsuzluk ve huzursuzluğun içine düşer…

Henüz 17 yaşındayken, “Günah” adlı şiiri Roşenfekr Dergisi’nde yayımlanır…

“Günah işledim, lezzet dolu bir günah.

Titreyen esrik bir tenin yanında…

Tanrım ne bileyim; ne yaptım ben,

O karanlık susku dolu zulada?

O karanlık susku dolu zulada;

Baktım gözlerine, gizemleriyle dolu.

Gözlerimin çaresiz isteklerinden;

Kalbim, göğsümde çırpınıp durdu…

O karanlık susku dolu zulada;

Yanında, darmadağın oturdum.

Dudaklarıma, heves döktü dudakları.

Deli kalbimin üzüncünden kurtuldum…

Aşkın öyküsünü okudum kulaklarına:

Seni istiyorum, ey benim can annem!

Ey bağrı can bağışlayan, seni!

Seni; ey aşığım, benim divanem...”

Bu şiirin yayımlanması Füruğ’un hayatını alt üst eder. Şiir, Roşenfekr Dergisi’nin baş editörü Nasir Hodayar ile ilişkisi üzerinedir. Şiirin yayımlanmasından bir sene sonra, aynı dergide Ferruhzad’ın Günah’ı yazdığı adam Nasir Hodayar, yaşanılanların ayrıntılarına pornografik bir biçimde değinen bir yazı dizisi yayımlamaya başlar...

Ferruhzad, ciddi bir sinir krizi geçirir ve intihar girişiminde bulunur. Bu hem evliliğinden hem de baba evinden tamamen kopmasına neden olur…

1954’te Perviz’le boşanmalarından sonra 1 yaşındaki oğlu Kamyar'ı bir daha hiç göremez. İran’da şeriat yasalarına göre evlat babanındır ve Perviz de bu insanlık dışı hakkını Füruğ’a karşı kullanmıştır…

Çocuğundan ayrı düş(ürül)mek, O’nun ruh dünyasında derin yaralara sebep olur…

İşte bu acılar besler şair kişiliğini. Çünkü “Yaraları Aşk’tandır” Füruğ’un; o yaraları O’nu büyütmüş, yetiştirmiştir…

 “Tutsak”, “İsyan”, “Duvar” gibi eserleri de işte bu acıyla beslenen edebi kişiliğiyle oluşturur…

**"

1955 yılında ilk şiir kitabı “Esir” yayımlanır…

Esir'de yer alan şiirler daha çok şairin hayatındaki olumsuzlukları, özellikle çok kısa süren sonra evliliği, acıları, sıkıntıları, ümitsizlikleri ve yalnızlıkla kararmış hayatında gelişen olayları kaleme alır...

Şair kimliğinin yanında; ressam ve yönetmen kimlikleriyle de tanınan Ferruhzad’ın hayatı, şiirle önem kazanıp, şiirle şekillenir…

Öyle ki; şiirin hayatındaki önemini, “Şiir benim Allah’ım, yani ben şiiri o derece seviyorum” diyerek vurgular…

***

Yaşadığı dönem, İran’da aydınların hapiste ya da sürgünde olduğu günler. Şah'a hayran asker bir baba, kendinden yaşça büyük ama deli gibi âşık olduğu, evlenmek için ailesine karşı büyük mücadeleler verdiği bir koca…

Düşünün dostlar, hep mutsuzluk, hep mutsuzluk. Ama inadına yaşam. İnadına şiir. İnadına şiir ve mücadele…

Hayatının anlamı şiir hakkında şöyle der Füruğ Ferruhzad: İnandığım başka bir şey de, hayatın bütün anlarında şair olmanın gerekliliğidir. Şair olmak, insan olmaktır. Günlük davranışları şiirleriyle hiç bağdaşmayan bazı insanlar tanıyorum. Yani sadece şiir yazdıklarında şair oluyorlar, sonra bitiyorlar. İki yönlü olduklarından; fakir, kıskanç, mutsuz, dar fikirli, zalim, pisboğaz, açgözlü bir insan olup çıkıyorlar. İşte, ben bu adamların dizelerini de, şiirlerini de, sözlerini de kabul edemiyorum…

Füruğ Ferruhzad ki, şiirleri yasaklanmışlıklar çölünde birer vaha gibidir adeta…

En büyük arzusunun İranlı kadınların özgürlüğü ve onların erkeklerle eşit haklara sahip olmaları olduğunu belirten Füruğ Ferruhzad, “Ben bu ülkede kadınların uğradıkları haksızlıkları ve adaletsizlikleri, çektikleri sıkıntıları tamamıyla biliyorum. Bu yüzden eserlerimin yarısını onların sıkıntılarını dile getirmeye, problemlerini tasvir ederek gözler önüne sermeye ayırıyorum” diyerek ülkesi İran’da inandığını aktaran sıra dışı söylevleriyle; bir devrimci nasıl mücadele etmişse, öyle bir mücadelenin içindedir hep…

***

1956 yılında Avrupa seyahatine çıkar. Aynı yıl eşi Perviz Şapur’a ithaf ettiği ikinci şiir kitabı Duvar’ı yayımlar…

Ancak bu eseri klasik şiir taraftarları ve gelenekçiler tarafından yoğun eleştirilerle karşılanır. Kocasından ayrılmasından sonra kaleme aldığı bu eserinde şair, bir kadının duygularından ve iç dünyasından bahsetmektedir. Kitapta yalnızlık, şaşkınlık, güçsüzlük, karmaşık rüyalar içinde yaşayan, hayâli bir yaşantıyla uğraşmakta olan şair, hemen her şeye isyan etmektedir…

***

Üçüncü şiir kitabı "İsyan", 1958’de yayımlanır. Füruğ Ferruhzad bu kitabında; kutsal kitaplarda yer alan metinlere ve özellikle de insanın yaratılışı, şeytanın Allah’a karşı başkaldırmasıyla ilgili konuları göz önünde bulundurup kendisinden önce de bu konulara eğilmiş, doğulu ya da batılı şairlerden de örnekler alarak duygularını dizelere aktarır...

İsyan’da; şairin diğer eserlerinde ana tema olan Aşk yerine göreceli olarak ölüm düşüncesi öne çıkmakta, hissettiği ve git gide yaklaştığını düşündüğü ölüm, şairin ruhunu gölgelemektedir. Daha önce yazılmış diğer iki kitaba oranla bu eserde romantik ve duygusal kavramlara daha az rastlanmaktadır…

***

"Pişman değilim!

Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi!

Çünkü ölüm tepesinin doruğunda,

Öptüm yazgımın çarmıhını.

Gecenin soğuk caddelerinde,

Hep tedirgin ayrılıyor çiftler,

Birbirlerinden!

Bir tek fısıltı duyuluyor: Hoşçakal! Hoşçakal!

Gecenin soğuk caddelerinde…

Pişman değilim!

Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim!

Yaşam yeniden doğuracak onu,

Yeniden yaşatacak beni rüzgârların,

Göllerinde yüzen haberci gülü!

Bak, görüyor musun?

Nasıl çatlıyor beynim?

Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin?

Nasıl filizlenmeye başlıyor kan?

O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim, seven

Ve kendi içinde olan kimse o!

Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden.

Binlerce garip ve belirsiz şeyle,

Koyu isteğiyim ben toprağın,

Yeşersin diye uçsuz bozkırlar.

Kendine çeken bütün suları,

Uzaklardan,

Gelen sesimi dinle benim...

Gör beni koyu sisinde sabah dualarının

Ve aynaların dinginliğinde;

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum,

Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine?

Nasıl bir dövme yapabiliyorum,

Yüreğime kan lekesi gibi,

Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

Pişman değilim!

Benden konuş ey sevgilim,

Bir başka benle!

Gecenin soğuk caddelerinde,

Gene aşk dolu gözlerini gördüğün,

Benden!

Ve hatırla beni; kederle öperken o,

Gözlerinin altındaki çizgileri…"

Füruğ Ferruhzad’ın hem içerik hem mazmun açısından daha önce yazmış olduğu ilk üç şiir kitabından tamamen farklı olan dördüncü şiir kitabı "Yeniden Doğuş", 1964’te yayımlanır...

Gerçekte de O’nun hayatında ikinci dönemin, sanat yaşamında yeni bir devre, yeni bir doğuşun başlangıcı olarak kabul edilen "Yeniden Doğuş" hem şairin kendi hayatında ve hem de Çağdaş Fars Edebiyatı tarihinde düşünce tarzının yeni ve benzeri az görülen bir çehreyle, bütün şiirsel derinlikleriyle ortaya koyduğu eseridir…

***

Konuşma diline çok yakın bir dille hazırlamış olduğu beşinci ve son eseri "İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına", ölümünden birkaç ay önce 1966 yılının sonlarında "On Çağdaş Şairden On Eser" dizisinde yayınlanır…

***

Füruğ Ferruhzad…

İran Devrimi’nden önce, şiirde devrimi başlatan kadın şair...

Dedim ya: Kadınların dış dünyada kendilerini ifade etmeleri, müstehcen karşılanan olguları öylesine doğuştan, öylesine katıksız bir şekilde ortaya koymuştur ki; Füruğ’un bu girişimi, İranlı kadınlar için bir milât oluşturur…

O’nu tek kelimeyle tanımlamaya kalksak dostlar, o tek kelimenin adı: "Devrimci" olur…

Kendinden önceki dönemde rastlanmadık biçimde; şiire kadın sesini, algısını, ruhunu katan ve 32 yıllık kısacık ömrüne binlerce şiir, 5 şiir kitabı ve bir kısa belgesel sığdıran, şiire, sanata, hayata katkıları azımsanamayacak bir devrimci kadındır Füruğ Ferruhzad…

O zamana kadar kadınların içlerinde bastırdıkları, susturamadıkları sesleri, Füruğ Ferruhzad çığlık çığlığa bağırmıştır…

Şeriatın getirilerinin ve muhafazakârlaşmanın sonuna kadar hissedildiği bir çağda erotizm ve Aşk yazmak, kolay olmasa gerek!

Füruğ Ferruhzad, yazdıkları ve dokunuşları, duruşuyla; kadının da sosyal ve cinsel hayatta bir yerinin olduğunu ve bunun dile getirilmesinin doğallığını, aksini düşünenlere kanıtlamıştır…

Ve böylece başta İranlı olmak üzere tüm dünya kadınlarına cesur bir ses olmuştur…

***

14 Şubat 1967 Pazartesi günü sabahı, kütüphanede Jean d’Arc çevirisine çalışırken özlediği için annesine uğramak ister. Kendi kullandığı araç ile annesine giderken; bir çocuk servisine çarpmamak için direksiyonu kırınca duvara çarpıp, araçtan dışarı fırlar ve başını kaldırıma vurur…

“Bir gün; benim de ölümüm gelir, çatar.

Işıklarında bir bahar gününün!

Tozlu dumanlı bir kışın ya da

Haykırışsız şevksiz bir güzün…

Bir gün benim de ölümüm gelir, çatar.

Birinde bu acı ya da tatlı günlerin!

Başka günler gibi boş bir günde;

Gölgesinde bugünün, ayrı günlerin…

Yanaklarım soğuk mermer,

Gözlerim karanlık dalanlara dönecek.

Ben boşalacağım; acıdan, haykırıştan.

Ansızın bir uyku beni çalacak…

Şiirin büyüsünden habersiz ellerim.

Defterim üzerine usulca süzülür.

Anımsarım; ellerimde benim,

Bir zamanlar yalazlanırdı şiir…”

dediği gibi aynı, bir gün ‘ölümü gelip çatar…’

Henüz 32 yaşındaki Füruğ, kaldırıldığı hastanede müdahale edilemeden yaşama veda eder. Din adamları cenaze namazını kılmak istemediği için, cenazesi iki gün bekler. Cenaze namazını bir yazar kıldırır…

Mollalar, bu sefer de gömülmesine izin vermez. Onlara göre; sağlığında yazdığı şiirler ve yaşadığı hayat nedeniyle, genç kadının cesedi, çürütülerek cezalandırılmalıdır. Yani kadının cesedi de suçludur...

Hayatı boyunca şiirler söyler, şiirler yazar ya hani. Erkeğin kadına, hatta erkeğin erkeğe şiirler düzmesine icazet vardır da, bir kadının bir erkeğe şiir düzmesi kabul edilemez yine mollalara göre…

Ama O susmadı, susturamadı kimse O'nu hayatı boyunca… 

“Yazmazsam içimdekiler beni zehirler” diye feryat etti hep. Doğduğu topraklara aykırı bir kadındı O...

Yanlış topraklarda yetişmiş bir çiçek gibi aynı.  Ya da “Doğduğu topraklar O’na aykırıdır, o topraklar zehirlidir” demek daha doğrudur belki…

Ve ayrık otu olmanın, hayır hayır öyle demek istemiyorum; “Zehirli topraklarda açan nadide bir çiçek olmanın” bedelini kısacık hayatının her anında ödedi…

Ölmedi Füruğ! Sesi kayboldu sadece. Ve bedeni uzaklaştı, arafa çıktı, oralardan bize bakıyor dize dize, bir şiir inceliğinde…

Hem hiç ölür mü şairler; yaşarlar şiirlerinde, dizelerinde. Anısına ve bu dünyadaki dik duruşuna saygıyla, Sevgi’yle…