Duygu Asena

Baha Akıner Duygu Asena'yı yazdı

BAHA AKINER

17 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Gün, Duygu ASENA dostlar…

Duygu ASENA ki; pedagog, yazar, feminizmin önemli temsilcilerinden, gazeteci. Feminist dedik ya; gelişiminde yaşadıkları, hayatının satır araları, tabi ki var bir sebebi…

***

19 Nisan 1946’da, İstanbul’da; tüccar Ahmet Muhtar Bey'den oldu, Nihal Hanım'dan doğdu…

Gelişimini şöyle anlatır Duygu ASENA: Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapabilmek için; kardeşim İnci’yle beraber, zaman zaman yalan söyleme hakkımızı kullandık. Daha küçükken denize gitmek, gündüz partilerine gitmek, biraz büyüyünce flört etmek, diskoteğe gitmek gibi… Büyük ablamızı üniversiteye bile göndermeyen babamı bu biçimde alt edebiliyorduk... Liseyi bitirip de üniversite sınavını kazandığımda; babamın, “Kazanacağını bilseydim sınava sokmazdım” deyişini unutmadım...

Devam ediyor Duygu ASENA, ailesini ve çocukluğunu anlatmaya: Annemin güzelliği meşhurdu. Bizim adımız ise hiç geçmezdi. Kardeşim İnci de, güzelliğini ön plana çıkaran bir kadın olmadı. Güzellik yarışmasına girmesi, babamdan kurtulmak içindi. Çünkü Milliyet Gazetesi, birinci gelen kıza Londra’da okul bursu veriyordu. İnci sınava girdi kazandı. Eğitim bursunu da aldı. Milliyet Gazetesi’nin o zamanki en ünlü yazarı, Halit ÇAPIN röportaja geldi. Orada tanıştılar ilk, birbirlerini sevip evlendiler. Çocuk falan derken bursa gidemedi...

***

Dilerseniz biz Duygu ASENA’yı dinlemeye devam edelim: Dışarıdan baktığın zaman, benim doğduğum ev tam bir sıcak yuva. Annem genç ve güzel… Babam, olgun, geliri, kazancı yerinde... Bahçe içinde, iki katlı güzel bir ev, iki çocuk... Yokluk, yoksunluk değil, fazlalık var. Komşuda olmayan sende var. Ama orada her şeyin; bizlerin, eşinin, çocuklarının sahibi olan babam dâhil kimse mutlu değildi. Sıcak olabilecek, olması gereken yuva, cehennemdi desem haksızlık olur. Ama soğuktu...

1972 yılında, Hürriyet Gazetesi’nde gazetecilik hayatına başlar ASENA. Gazetenin Kelebek ekinde 'Şirin' takma adıyla köşe yazıları yazar...

1974 yılında, çok sevdiğini düşündüğü Gültekin GÜRGEN ile evlenir. Uyuşamadıklarını fark eder. Gazetede kendisi gibi evli olan Murat adlı bir başka gazeteciye âşık olur. Bir süre sonra durumu kocasına açar ve ayrılmak istediğini söyler. Murat da aynı şeyi yapar. Konu mahkemelik olur. Hürriyet Gazetesi’nin, o dönemdeki genel yayın yönetmeni Nezih DEMİRKENT; gazeteden 5 kişiyi, Duygu ASENA’yı mahkemede hafif kadın olmakla suçlamak için tanıklığa gönderir. Ancak, Gültekin GÜRGEN mahkemede, “Bu başka bir şey... Adı üstünde: Aşk... Eşim çok namuslu bir kadındır.” diyerek tanıklık yapar...

Duygu ASENA'yı kendi ifadeleriyle dinlemeye devam edelim: Gizli, yasak bir ilişki, ama her şey de ortada. Neredeyse herkesin gözü üstümüzde! Nezih DEMİRKENT ikide bir çağırıyor beni, “Bırakacaksın” diye masaya yumruğunu vuruyor. Bendeyse şöyle bir şey var: Hangi konuda, kim olursa olsun, birisi bana “Yapma!” derse, ben ısrar ederim. Bana bunu yasaklayamazsın. Kötü bir şey yapmıyorum. Aşk yüce bir şey ve seviyorum. Yalancılık da yapmıyorum, söylemişim her şeyi açıkça. O zaman sen bana neden karışıyorsun. Sadece Nezih Bey değil, çalışma arkadaşlarım, özellikle kadınlar bana tavır almaya başlamıştı. Bu daha kırıcı ve öfkelendiriciydi...

Sonuçta, Duygu ASENA gazeteden kovulur. Askerde olan eşinden aldığı vekaletnâme ile boşanabilir...

Duygu ASENA ileriki yıllarda bu yaşadıklarını, bu olayın kahramanlarını, başta Nezih DEMİRKENT olmak üzere, “Kadının Adı Yok” adlı kitabında anlatacaktır...

Ardından; Ayrıntılı Haber Gazetesi’nde muhabirlik ve 1976-78 yıllarında da, Man Ajans’ta metin yazarlığı yapar...

1978 yılında, Gelişim Yayınları’nda Genel Yayın Yönetmeni olarak göreve başlar. Aralık 1978’de yayın hayatına başlayan Kadınca Dergisi’ni bambaşka bir boyuta taşır. Gelişim Yayınları’nın kurucusu Ercan ARIKLI; dergiyi başlangıçta, klasik bir kadın dergisi olarak düşünür...

Bu konuyu da yine Duygu ASENA’dan dinleyelim: Başlangıçta; daha “Feminizm” lafı bile etmeden, “Çalışan kadınlar kendinizi sömürtmeyin!” lafını kapağa çıkarttığım için Ercan ARIKLI kızdı, karşı çıktı. “Kadın özgürlüğü falan, ciddi şeyler bunlar. Batıda az satar, burada hiç tutmaz, yapma böyle şeyler!” dedi. Ama baktı ki; biz o tarz gittikçe, satışlar 17-18 binden 50-60 binlere tırmanıyor, sürekli tiraj alıyoruz, bir daha karışmadı. Dergiye gelen mektuplardan biliyor, öğreniyorduk ki; birçok evde Kadınca Dergisi yasaklanmıştı. Babalar kızlarına, abiler bacılarına, kocalar karılarına yasakladılar Kadınca’yı. Evet, yasal ve ticari bir yayın yapıyorduk. Ama Anadolu’da çoğu evde, hatta büyük şehirlerde bile, siyasi yayın muamelesi görüyorduk. Sansürleniyor, yasaklanıyorduk...

***

Duygu ASENA bir röportajında, feminizm ile tanışması hakkında; annesinin yaşadıklarına içsel bir tepki olarak, farkında olmadan ve bilinçsizce olduğunu ifade eder. Bu tepkisel duruma; özel hayatında yaşadıkları ile ilgili toplum baskısı eklenince, ASENA; haksızlık, eşitsizlik ve ötekileştirilmeye karşı mücadeleci biri olmuştur...

Biz yine Duygu ASENA’nın anlattıklarına dönelim: Şunu söylemek lazım: Kadın hareketinin doğuşunda 12 Eylül darbesi etkili olmuştur. Darbe sonrasında her türlü politik faaliyet yasaklandı. Muhalefet yasak, siyaset yasak! Solcu, entelektüel kadınlar; biraz da bu yasak döneminde, kendi kimliklerini sorguladılar ve tartıştılar. Biz de o dönemde el yordamıyla bir şeyler yapıyorduk, kadın hakları, eşitliği, özgürlüğü için ve bu tuttu...

İsmi telaffuz edildiğinde hemen akla geliveren o ‘Kadının Adı Yok’ adlı ilk kitabı 1987 yılında yayımlanır...

Duygu ASENA’nın feminizmi, Türkiye’de yeni bir dönemi açar. ASENA bu kitabında aile olgusunu, herkesin bildiği çekirdek aile yapısında ele alır. Muhafazakâr bir baba, babanın sözünden çıkmayan bir anne ve çocuk yaşta cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan İki kız evlat…

Kitap bir yıl içinde 40 baskı yaparak, Türkiye’de satış rekoru kırar. Aynı yıl Atıf YILMAZ tarafından filme alınır. Film, önemli bir gişe başarısı elde eder. Ancak 1988 yılında kitap, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulunur ve satışı yasaklanır...

Yaşadığı bu süreci de şöyle anlatır Duygu ASENA: Kitabın ilk cümlelerinde, “Babamın yüzü kızgın bir kedi gibi, hayır hayır bir köpek, hatta bir eşek gibi” diye yazmıştım. Bu satırlar kitabın toplatılmasına, Türk aile düzenini yıkıcı ve çocuklar için muzır yani zararlı, sakıncalı bulunmasına yol açtı. Kadın edebiyatçıların, yazarların yüzde doksanı, hakarete varan ifadeler kullandılar benim için, kitabım için. Dost olduklarım bile selamı kestiler. Kelebek’ten kovuluşumdaki iffetsizlik suçlamasını bir kere daha yaşıyordum adeta. Karşılaştığımız her yerde, vebalıymışım gibi yüzlerini çeviriyorlardı...

Buyurun dostlar; o meşhur kitaptan, “Kadının Adı Yok” kitabından birkaç bölüm:

"…Babam hepimize, her şeyimize karışıyor. Anneme bile zaman zaman kızıyor. “Geç kalma” diyor. “Nereye gidiyorsun, kaçta geleceksin? Kaç lira harcadın, kaça aldın?” diye sorup duruyor. Annem bazen ağlıyor. Sanırım babamdan korkuyor ve o bir gün bile babama, “Kaçta geleceksin, nereye gidiyorsun, kaç para harcadın” diye sormuyor. Babamın çok parası var, annemin yok, bizim de yok. Hepimize babam para veriyor.  Sanırım parayı o verdiği için her şeye karışıyor...

...Annemin babamı sevdiğini sanmıyorum. Ne konuşurlar, ne söyleşirler, ne birlikte içerler. Bunu anneme söylesem, iyice mutsuz olacak. Ve gidemeyecek. Gidecek bir yeri yok ki! Çalışamayacak… Çalışamaz… Gidebilseydi eğer, bunu ona söylerdim. Ama gidemeyecek ve söylemeyeceğim...”

***

“Kadının Adı Yok” kitabının devamı olan “Aslında Aşk da Yok”; 2 yıl sonra, 1989 yılında yayımlanır. Kitap aynı zamanda; Almanya, Hollanda ve Yunanistan’da da yayımlanır…

Bu kitapta şöyle anlatır erkekleri:

"...Erkekler, erkekçe davranışlarından ne zaman vazgeçecekler acaba? Şu kadınca dedikleri davranışlardan üç beşine sahip olsalar, çok daha huzur ve barış içinde yaşardık. Erkek gibi olmak, erkek gibi davranmak, ağlamamak, üzüntüyü göstermemek, kaçmak mı? Buyurun… Yolunuz açık, kaçın…”

***

1992 yılında da; 13 öykü, bir masaldan oluşan, “Kahramanlar Hep Erkek” adlı kitabında ise şöyle:

“...Kadınların en önemli sorunlarından biri de dayaktır. Bugün kırsal kesimde olsun, kentlerde olsun; egemen güç erkekler, ikinci sınıf gördükleri kadınları eziyorlar, dövüyorlar. Döven erkek; sorunludur, gelişmemiştir. Kaba kuvveti, bilek gücünü kullananlar; aslında güçsüz kişilerdir. Bu kişiler için de, kurumlar için de, ülkeler için de böyledir. Kadınların dayağa hayır demeleri, ilk tokata karşı çıkmaları gerekir. Dayak cennetten çıkmamıştır. Kimsenin vurduğu yerde gül bitmez. Kızını dövmeyen de dizini dövmez..."

***

Yeri, zamanı ve konusu gelmişken, tam da Duygu ASENA'nın ölüm yıl dönümünde hani bu konuda birkaç söz söylemek isterim: Başlı başına kadınlar, tabi ki Sevgi’yi ve saygıyı hak ediyor. Ama farklı davranışı, pozitif de olsa ayrımcılığı asla. Her insan gibi yani… Erkekler şöyledir, kadınlar böyledir... Meselenin cinsiyetle alakası yok dostlar. Her insan, her can gibi; hor görülene, şiddet gösterilene, ötekileştirilene, mağdur edilene sahip çıkmak boynumuzun borcu. Mesele insan olmakla, mesele başka hayatlara saygı duymakla alâkalı…

***

1992 ile 1997 yılları arasında; TRT 2’deki, “Ondan Sonra” programını hazırlayıp sunar...

Milliyet Gazetesi’nde başladığı köşe yazarlığını; Cumhuriyet, Yarın, Habertürk ve Vatan gazetelerinde sürdürür...

1997’de yayımlanan “Aynada Aşk Vardı” isimli eserinde; hikâye ettiği üç farklı kadının yaşadıkları ve hayatını, büyük ölçüde kendi hayatından yola çıkarak yazmıştır. Özellikle 'Nilüfer' karakteri için, annesinden esinlendiğini belirtmiştir...

***

“Aynada Aşk Vardı” kitabından da bir bölüm sunmak isterim sizlere:

“…Ah şu kadınlar ne salak şeyler! Daha tanımadıkları adamlara âşık oluyorlar. Âşık olunca da onlar için yapamayacakları şey yok. Çocuk bile doğuruyorlar. Sonra adamı tanımaya başlıyorlar. Bakıyorlar ki hiç de sandıkları adam değil bu. Beğenmedikleri onlarca şey çıkıyor ve kadınlar bir süre bunları görmemeye çabalıyor. Ancak bu mümkün mü? Yaşıyor ve görüyorlar; sonra adamı değiştirmeye uğraşıyorlar, beceremiyorlar. Aşk bitiyor ve acılar başlıyor...

1994 yılında; Kadınca Dergisi’ndeki sevilen yazılarından derlediği, “Değişen Bir Şey Yok” adlı dördüncü kitabını yayımlar...

Ve “Değişen Bir Şey Yok” kitabından da bir bölüm siz kıymetli dostlarıma:

“…Bize ille de evlenmemiz gerektiğini öğrettiler. Pembe hayallerimizin bir parçasıydı evlilik. Kayıtsız şartsız bir düş, bir mutluluk, bir masal âlemiydi. Evlilik bütün olumsuz şeylerden kurtuluştu...

Kitap, ilk hafta 70 bin satarak yeni bir rekor kırar. Aynı yıl beyninde tümör olduğu teşhis edilir. Geçirdiği ameliyata rağmen, bu dönemde de yazmaya devam eder...

2001'de, “Aslında Özgürsün” kitabını yayımlar...

Ardından; 2003'te “Aşk Gidiyorum Demez” ve 2004'te “Paramparça” adlı kitapları yayımlanır...

Hastadır ama en verimli dönemindedir yazar. Yazaaaaar da yazar... Tüm yaşanmışlıklarını, kızgınlıklarını, an be an beslendiği acılarını, yaşayamadıklarını kaleme alır adeta...

***

Her devrin sonu gibi; 17 yıl önce bugün, 30 Temmuz 2006'da, bir devir daha kapanır dostlar. Duygu ASENA hayata gözlerini yumar…

Kardeşi İnci ASENA; cenazesinde, yüreğindeki acıyı ve yoksunluğu şöyle döker kaleme:

“”Çocukluk dönemimizde;

Duygu, bana sarı gülleri içeren bir dörtlük okurdu:

Eğer bir gün ölürsem,

Mezarıma gelip de sarı güller dikersin.

O da bir sarı güldü,

Ne çabuk soldu dersin...”

Hüzünlü sözleri olan bu dörtlük beni hep ağlatırdı. Onun cenazesinin örtüsünde, sarı güllerin yer almasının anlamlı olacağını düşündüm...”

Kardeşi İnci’nin dediği ve istediği gibi; cenazesi, dostları tarafından sarı güllerle uğurlanır...

Bugün bir feminist yazar öldü dostlar... "Uzun bir yol kat ettik, ancak daha uzun bir yol var..." diyen Duygu ASENA, 17 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Anısına, dik duruşuna, mücadelesine ve kavgasına, m