Ah Şu “İyi Hal”liler

Şadiye Zeyneloğlu Çelik yazdı "Ah şu 'iyi hal'liler

                    Ah Şu “İyi Hal”liler!

        Şadiye Zeyneloğlu Çelik

Bir basın açıklamasını izlemek üzere Mersin Gazeteciler Cemiyetinin toplantı salonundayız. Masada üç kadın oturuyor. Avukat Derya Demir, HAYKONFED (Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu) Mersin Temsilcisi Ayhan Demir ve şiddet mağduru Simay Salman.

Basın açıklamasının konusu sitesindeki sokak hayvanlarını beslediği için şiddete maruz kalan Simay Salman’ın açtığı davanın, adeta sanığı ödüllendirir biçimde bir kararla sonuçlanması…

 Avukat Derya Demir karara itiraz edeceklerini belirterek nedenlerini şöyle sıraladı:

Kadına yönelik kasten yaralama suçunun alt sınırının 6 aydan az olamayacağı kanunda belirtilmiştir.  Sanığın hiç çekinmeden, hiçbir suçluluk duymadan herkesin içinde bir kadına yumruk attığı darp raporu ile de belli iken, sanığın “bir daha suç işlemeyeceğine dair kanaat oluştuğu” ve şikâyetçinin “bir zararı olmadığı” gerekçesiyle hükmün açıklanması sonraya bırakılmıştır.  Sanığa alt sınırdan 2.240 TL adli para cezası vermekle yetinilmiş ve ayrıca da “iyi hal indirimi” uygulanmıştır.

HAYKONFED Mersin temsilcisi Ayhan Demir kararı kınayarak bu olayın peşini bırakmayacaklarını belirtti.

Hâkime hanıma göre (evet, bu kararı veren de bir kadın) “bir zarar görmemiş olan” Simay Salman ise başına gelenleri anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyordu.

Düşündüm de, olay basında ne kadar çok yer alırsa o kadar etkili olacaktı vereceği mücadele. Onunla özel bir söyleşi yapmaya karar verdim.

“İyi Halli”yi Soruşturdum

 Öte yandan, tarafsız gazetecilik gereği o “iyi halli”yi de araştırmam gerekirdi. Adı Ramazan Benli. Oturduğu siteden birkaç sakinle yüz yüze ve telefonla görüşmeler yaptım. Meğer bizim “iyi halli” geçmişte iki ayrı suçtan hüküm giymişmiş. Birisi hayvan hırsızlığı, diğeri de resmi kıyafet giyerek çıkar sağlamak. Danıştığım bir hukukçu, ikinci suçun Ağır Cezaya girdiğini söyledi.

Sakinlerden biri bu kişinin resmen seçilmiş bir yönetici olmadığı halde aidatları topladığını, sığınak ve kapıcı dairesini kiraya verdiğini söylerken, diğeri araya girdi: “Ama her nedense asansör borcumuz uzun bir süre ödenmedi. Hep kırmızı etiketliydi” dedi. Bir diğeri de bahçedeki palmiye ağaçlarının yerinden sökülerek taşındığını söyledi. Sorduklarında “Belediye götürdü” cevabını almış. Bildiğim kadarıyla Belediye özel alana karışmaz.

Son konuştuğum sakinin söylediği sözler üzerine ise daha fazla kişiyle konuşma ihtiyacı duymadım: “Ben kendisiyle muhatap olmamak için aidatımı markete bırakıyorum”

Söylenenler bunlar, ben site sakinlerinin yalancısıyım.

Sayın “iyi halli” sanık, umarım bu yazım nedeniyle beni de şikâyet etmezsiniz. Hani darp ettiğiniz Simay hanımı bile “Bana iftira attı” diye karakola “çektirmişsiniz” ya, o sebepten söylüyorum.

Mağdureyi de Tanıyalım mı?

Söyleşi günü Simay öğretmen randevumuza biraz geç geldi. Çünkü indiği durakta, bir marketin önünde “belki birisi bir şey verir” diye bekleyen hamile bir kedi görmüş.  Markete girerek ona yiyecek bir şeyler almak zorunda hissetmiş kendini. Sokak hayvanlarının sessiz çığlığını yalnızca hayvan severler duyabilir çünkü…

Simay Salman bir müzik öğretmeni. Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesini burslu olarak kazanmış ve derece ile mezun olmuş. Hocaları bu başarılı öğrencinin akademik personel olarak okulda kalmasını çok istemişler ama o doğup büyüdüğü Mersin’de kalmayı tercih etmiş. Halen aynı okulda tez aşamasına gelmiş olan üst lisans öğrenimini sürdürüyor. Annesi de aynı semtte kırk yılı aşkın hizmet vermiş, herkesin sevdiği saydığı bir sınıf öğretmeni.

Oldukça “iyi halli”ler gibi geldi bana.

Onu üzmek istemiyordum ama olayın ayrıntılarını da öğrenmek durumundaydım. Sordum, anlattı.

 “Nasıl olduğunu ben de anlayamadım. Öğle üzeri kedileri besledikten sonra idari odanın önünden geçiyordum. Pencere açıktı, içerde üç kişi daha vardı. Beni görünce pencereye doğru ilerledi. Bir şey söyleyeceğini sandım. Başımı uzatmamla beraber gözüme bir yumruk attı. Çok şiddetliydi, sanki bir düşmana vurur gibi. O üç kişiden biri “beni karıştırmayın, ben yalan söyleyemem” demiş. Diğer ikisi ise maalesef “Biz hiçbir şey görmedik” şeklinde ifade verdiler. Bunlardan biri de emekli polistir”

“Kendimi nasıl eve attım bilmiyorum. Başım dönüyor, kusuyordum. Annem Kıbrıs'taydı. Telefonda “ben seni okul sıralarının üstünde büyüttüm. Demek iyi bir anne olamamışım ki yavrumu koruyamadım” diye ağlıyordu.

Böyle bir şey ilk kez başıma geliyordu ama darp raporu almam gerektiğini biliyordum. Kendimi toparlayıp hemen karakola gittim. İfade işlemi nedense saatlerce sürdü. Devlet Hastanesine vardığımızda akşam olmuştu. Görevli doktor olayın öğle saatlerinde olduğunu öğrenince adeta çılgına döndü. “Bunca zaman niye beklettiniz! Benim bu hastayı müşahede için bu akşam hastanede tutmam gerekiyordu. Ama olayın üstünden altı saat geçtiği için bunu yapamıyorum. Sizin bunu bilmeniz gerekir” diye polislere bağırdı. Meğer bu altı saat yüzünden olay “basit yaralama” olarak değerlendirilirmiş. Dolayısıyla da duruşmasız mahkeme yapılırmış”

Nasıl yani! Hâkim bizim “iyi halli”yi hiç görmedi mi?

“Evet. “Basit yaralama” olduğu için sanırım. Daha sonraları öğrendiğime göre darp durumunda failin 24 saat süreyle tutuklanması gerekirmiş. Ayrıca aynı sitede oturduğumuz için de otomatik olarak koruma kararı alınırmış. Bunların hiçbiri yapılmadı. Olay basına yansıyınca Emniyet Müdürlüğünden arayıp “Koruma istemiş miydiniz?” diye sordular. Oysa istememe gerek yokmuş”

Daha önceden herhangi bir husumetleri var mıydı?

“Ben onunla hiç muhatap olmazdım. Ama o kedileri, koyduğum mama ve su kaplarını tekmeler, minderlerini yok ederdi. Bir keresinde de anneye muhtaç üç küçük yavruyu barınağa göndermişti. Araştırdım, yavruları bulup geri getirdim. Ama oradan virüs kaptıkları için hepsi teker teker kucağımda öldü. Çok acı çektim. Onlardan geriye sadece veterinere olan yüklü bir borç kaldı.

Bir de beni görünce cinsel çağrışımlı laflar atardı hep. ‘Ben çok güzel para yerim. Seninle İstanbul’a gidelim mi?’ gibisinden. Geceleri gittiğim spor salonuna kadar beni takip ettiğini de fark etmiştim. Annem bunu duyunca geceleri bana eşlik etmeye başladı. Cinsel taciz davası da açtım ama takipsizlikle sonuçlandı”

“Olayın Siyasi Hiçbir Yanı Yok”

“Bazı yanlış anlamaları önlemek için şunu da söylemek istiyorum. Bu kişi çevrede kendisini MHP’li ve milliyetçi olarak tanıtıyor. Sosyal medyada da buna uygun fotoğraflar yayınlıyor. Olayla ilgili paylaşım yapan bazı kişiler bu konuya da değinmişler. Bunun üzerine İstanbul dâhil birçok MHP teşkilatından beni arayarak olayı kınadılar. Ayrıca camialarında böyle bir kişiye yer olamayacağını belirttiler. Ulusal kanallardan arayarak konuyu buraya çekmek isteyenler oldu ama ben reddettim. Zaten kadına ve hayvana şiddet uygulayabilen birisinin milliyetçi ve vatansever olması mümkün değildir. Bu kişi MHP’yi kendi kişisel çıkarları için kullanıyor”

Mesleğinden İstifa Ediyor, Mersin’den Ayrılıyor

Hem dinliyor hem de içimden onunla duygudaşlık (empati) yapıyordum. Kendimi çok kötü hissettim birden. Acaba o nasıl hissediyordu?

“Psikolojik yardım almak zorunda kaldım. Sözleşmeli olarak çalıştığım okuldan ayrıldım. Bu durumda öğrencilerime bir şey veremezdim ki… O arada özel bir okuldan iyi bir teklif almıştım. Onu da reddettim”

Peki bundan sonra ne yapacaktı, nasıl geçinecekti?

“Annemle beraber kardeşime ait olan dairede oturuyorduk. Artık orada kalamam. Özellikle verilen bu karardan sonra o kişiyle karşılaşmak istemiyorum. Kıbrıs’a yerleşmeyi düşünüyorum. Hem üst lisansımı tamamlayacağım, hem de bir iş bulup çalışacağım”

Atatürk’ün bir asır önce kadınlar için yaptıklarını düşündüm. Bir de bugüne baktım. İçim kararmıştı. Aklıma Orhan Veli’nin Pireli Şiiri geldi nedense:

Bu ne acayip bilmece! / Ne gündüz biter, ne gece / Kime söyleriz derdimizi / Ne hekim anlar, ne hoca / Bu düzen böyle mi gidecek? / Pireler filleri yutacak…

Belki siz de şimdi “hem kadın, hem de hayvan sever misin? Vay geldi başına!” diye düşünüyorsunuzdur.

 Ama “Gün doğmadan neler doğar” demiş atalarımız.

Son Gelişmeler Umut Veriyor

“Olayın basında yer alması, özellikle de gazeteci İsmail Arı’nın konuyla ilgili yazıları Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını harekete geçirdi. Bizim itirazımızdan önce Bakanlığın tayin ettiği avukat, 9 Ocak’ta Mersin’e geldi ve hemen ertesi gün davanın yeniden görülmesi kararı çıktı. Kadın derneklerinden aradılar. 22 Şubat’ta görülecek davaya hem Bakanlık hem de kadın hakları ile ilgili dernekler müdahil olacak. Her şerde bir hayır vardır derler. Düşündüm de, belki o yumruk kadın hakları ve hayvan hakları mücadelesinde bir fayda sağlayacak”

Harika değil mi? Berlin’de hâkimler varsa, Mersinde de vardır elbet…

Ben 22 Şubat’ta orada olacağım. Tüm Mersinlilerin de gelmesini bekliyor ve bu yazımı sosyal medyada paylaşmanızı rica ediyorum.

Peki Mersin’den ne zaman ayrılıyordu?

“Yarın gidecektim ama üç gün erteledim. Mahallede devamlı doğuran bir kedimiz var. Durumuna çok acıyordum. Gitmeden onu kısırlaştırmaya karar verdim. Uygun fiyat verecek bir veteriner arıyorum. Ameliyattan sonra üç gün iyi bakılması gerekiyormuş. Eve alıp ona bakmam gerekiyor”

Yani artık hiç mi dönmeyecekti?

“Kim bilir, belki bir gün” dedi.

O günün gecesi rüyamda Mersin’i gördüm. Olanı biteni bir bir anlattım ona.

Meğerse hiç haberi yokmuş. Öyle çok utandı ki…

 Davudi sesiyle “Ben ki Akdeniz’in incisi Mersin’im. Hem güzel hem de uygar olarak bilinirim. Herkes bana gelmek ister ve gelirken, ben bunu hak ediyor muyum?” diye sordu.

Haklıydı…

Simay öğretmene iletmem için de şu sözleri ekledi:

“Tamam, seni anlıyorum. Ama sen bilmez misin ki benim saldırgan “yaratık”lara değil, senin gibi güzel insanlara ihtiyacım var. Bir gün tekrar geri dön ki “güzel insanların terk ettiği şehir” olma ayıbı kalksın üzerimden”

 Güle güle Simay öğretmen. Ama bil ki, sen tekrar dönene kadar gözümüz denizlerde olacak…